Güzelliği nerede arıyorsun?

Doğanın çabasız simetrisinde.

Kendine aldığın ilk takı neydi?

Babam kuyumcu olunca kendime takı almama gerek kalmıyordu. Ya babamın kendisi yapıyordu ya da yaptırıp getiriyordu. Kendime yaptığım ilk takı ise yine babamın verdiği elmas küpelerin kaybolan tekinden sonra kalan taşı değerlendirmek için tasarladığım yüzük oldu.

Başak Baykal markası nasıl doğdu?

Başak Baykal markası aslında uzun zaman önce kurulmuş olan ama o zamanlar kurumsal sorumluluklarımın ağırlığından dolayı öncelik veremediğim bir hayalden yola çıktı. Yaşamı biraz ferahlatma ihtiyacı ile kurumsal hayatı bıraktığımda o boşluk bana ihtiyacım olan ilhamı ve fikirleri getirdi. Böylece 2019 sonlarında çalışmaya başladım. Marka felsefemin arkasında sanırım çocukluktan gelen iki anı var. Annemin mücevherleri genelde kasada dururdu ve özel bir davet olunca ortaya çıkardı. Ben ise bir kadının sadece özel gecelerin de değil, günlük şıklığı için de kullanabileceği özel parçalar üretmek istedim. Bir de bir gün annemin mücevherlerinin benim olacağını hayal ederdim... Bu sebeple yarattığım parçaların zamansız ve mevsimsiz olması, aile içinde anneden kıza geçecek bir yadigar gibi görülmesi fikri hoşuma gitti.

Goethe’nin renk kuramından beri, renkler belli duyguların ifadesi. Senin işlerinde renklerin karşılığı nedir?

Renk benim için taşlardan geliyor ve çoğu zaman bu taşları tasarıma konu olan çiçeğin doğal rengini yansıtacak şekilde kullanmaya çalışıyorum. Taşların sembolize ettiğine ve hissettirdiğine inanılan şeyler var; mesela Goethe morun insanı depresyona itebileceğini düşünüyordu, ama ben mor menekşe küpelerime bakınca ametistin sahip olduğuna inanılan iyileştirici gücü ve menekşelerin zarafetini görüyorum. Aquamarine de en sevdiğim taşlardan biri; mutluluğu ve bitmeyen gençliği sembolize ediyor. “Aqumarine Unutma Beni” adlı küpeler bana baharın yeşeren umudunu hissettiriyor.

Konsept yaratma sürecin ne kadar sürüyor?

Bazen haftalar, bazen de aylar... Bu hem ilham aldığım bitkilerin ve çiçeklerin dünyasında geçirdiğim zamanla paralel hem de dünyaya alışma sürecimle ilgili. Sonrasında sadece çiçekleri çizerek, renklendirerek ve “bu bir mücevher olsaydı nasıl olurdu” diye düşünerek fikirleri oluşturuyorum. Üretimle ilgili ise daha geleceğe yönelik endişelerim var. Tam bir beceri ve uzmanlık alanı olan el işçiliği, fazlasıyla sabır ve sebat gerektiriyor. Okula gittim öğrendim, diye bir şey yok. Tezgahta yıllarını vermiş ustalarım var, babadan oğula geçen bir birikim var... Maalesef şu an, beceriyi almaya ve bu sanatı yaşatmaya hevesli bir jenerasyon yok. El sanatı maalesef kendini makinelere teslim etmek zorunda kalacak. Umarım daha uzun süre ustalarımla çalışmaya devam edebilirim.

Zanaatkar tekniklerine vurgu yapan işlerinin arkasında nasıl bir süreç var?

Başak Baykal için üretim uzun bir süreç... Her bir parçaya şekil ve renk veren üç usta var; destek süreçlerini de düşünürsek bu sayı altı kişiye kadar çıkıyor. Tasarım aşamasından sonra, altın olarak vücut bulması için ürün çeşitli ustaların elinden geçiyor. Ön cilasını takiben taşların mıhlanması ayrı bir ustalık ve teknik gerektiriyor. Ciladan sonra ise işlerimin çoğunluğunda kullandığım ve artık imzam gibi olmaya başlayan minyatür boyama işlemi geliyor. Üç ana elden çıkan parçanın minelenmesinden sonra ise işlem tamamlanıyor.

Röportaj SEVAL AKBULAK 

Curated Magazine No.21'i satın almak için tıklayın.