Marie Lichtenberg

2019’da markanızı kurdunuz, ancak tasarımlarınız şimdiden mücevher dünyasının öncü isimlerinin dikkatini çekti. Bu hızlı başarının arkasındaki sırrın ne olduğunu düşünüyorsunuz?
Niyetin gücüne ve yaratımın taşıdığı duygusal bağlılığa inanıyorum. Bu neredeyse mistik, titreşimsel bir şey. Bu proje benim için hayatımın fırsatıydı ve bunun hissedildiğine inanıyorum. Benim için samimiyet her şey demek; ışık hızından hızlı hareket edip kendimi yapılandırmak ise en büyük silahım oldu.
Sizi kendi tasarımlarınızı yapmaya iten neydi? Ilk madalyonunuzu tasarlarken aklınızda nasıl bir hikaye vardı?
Elle France ve Elle International gibi dergilerde moda editörü olarak çalıştım. Bu işi çok seviyordum, ancak bir noktada kendimi sorgulama, risk alma ve yeni bir meslek öğrenme ihtiyacı hissettim. Takılara yıllardır tutkuyla bağlıydım; bu yüzden içimde bir parça korkuyla birlikte kendimi bu dünyaya bıraktım.
Çocukluğunuzdan size büyülü gelen ve bugün hala tasarımlarınıza ilham veren bir nesne var mı?
Ailem 90’lı yıllarda Amerika’dan getirmişti: Magic 8 Ball! Hala Paris’teki dairemde, orta sehpanın üzerinde duruyor. Mattel ile yaptığımız harika iş birliğine de ilham kaynağı oldu. Muhtemelen en sevdiğim takılardan biri.
Koleksiyonunuzdaki hangi parça, kimliğinizi en çok yansıtan tasarım olarak öne çıkıyor?
“Magic 8 Ball” adlı oyuncaktan ilham alınarak tasarlanan ve tamamen altın olan “Magic 8 Ball.” Bu oyuncak; bilardo topuna benzeyen, 1950’lerde piyasaya çıkan ve çocuklara penceresinden görünen gizemli cevaplar veren bir fal oyuncağıydı. Bu nostaljik objeyi lüks bir takıya dönüştürdüm aslında. İtalya’da elde üretilen ve içine orijinal sistemin minyatür bir versiyonu yerleştirerek tasarlanan bu kolye ucu; karakteristik “coco-finish” tarzında fırçalanmış altınıyla ve renkli mine detaylarıyla oldukça özel.
Geleneksel Katolik muskalarını modern takılara dönüştürürken, hangi unsurları korumayı; hangilerini yeniden yorumlamayı seçtiniz?
Geleneksel Katolik muskalarını modern takılara dönüştürürken, onların ruhani anlamını taşıyan temel unsurları yani manevi imgelerini ve sembolik renklerini korumayı amaçladım. Motifler, bu parçaların tarihsel köklerine ve temsil ettikleri inanca bağlanmasını sağlıyor. Aynı zamanda, tasarımları daha çağdaş ve evrensel bir hale getirme gerekliliği de hissettim. Bu da formların sadeleştirilmesini, abanoz ağacı ve altın kaplama gibi malzemelerin kullanılmasını ve minimal estetik anlayışını beraberinde getirdi. Amacım, ruhani özünü koruyan ama daha geniş bir kitleye hitap eden; kişilerin inançlarını hem şık hem de kişisel bir dille ifade edebilecekleri tasarımlar yaratmaktı.
Koleksiyonlarınızdaki semboller kişisel bir sözlük gibi. Sizce bugünkü Marie’yi en iyi yansıtan sembol hangisi?
Sembollerin ötesinde, kelimelere de tasarımlarımda sıklıkla yer verdim. Bu kelimeler bir ruh halini, bir karakteri, bir mizah anlayışını ya da kişisel bir “saygısızlığı” taşıyor. “No risk no glory”, “God’s favorite” bileklikleri ya da “Liberté” zinciri bunun güzel örnekleri oldu.
Hindistan’dan Paris’e uzanan yolculuğunuzdan size kalan motifler ve semboller hangileri oldu?
Muhtemelen kalp ve yonca.
“Say My Name” koleksiyonunu yaratırken, isimlerin ve kimliğin gücü size neleri düşündürdü?
“Say My Name” koleksiyonunu yaratmak, isimlerin ve kimliğin anlamı üzerine derin düşüncelere yol açtı.İsimler derin anlamlar taşır; kim olduğumuzun ve başkaları tarafından nasıl algılandığımızın temel parçalarıdır. Bu koleksiyon sayesinde, isimlerin kişisel hikayeleri, kültürel mirası, hatta hayalleri yansıtma gücünü keşfetme şansı buldum. İsimlerin insanlara güç verebileceğini, kendini ifade etmenin bir yolu olabileceğini ve insanlar arasında bağ kurabileceğini düşündüm. Ayrıca bir ismi sahiplenmenin ya da kutlamanın, kimliğe dair güçlü bir onaylama eylemi olabileceğini de fark ettim. Sonuçta bu koleksiyon beni, kişisel anlatılara hitap eden ve insanları kendi benzersiz kimliklerini benimseyip kutlamaya teşvik eden parçalar tasarlamaya yöneltti.
Röportajın tamamı No.30 sayısında!
Röportaj Seval Akbulak