Merve Dizdar

Oyunculuğu bir ifade biçimi olarak düşündüğünde, senin için tiyatro ile sinema arasındaki en temel fark nedir?
Tiyatro, sahne üstünde canlı performans sergilediğiniz bir yer. Seyirciyle beraber hareket ediyorsunuz bir nevi. Sahnede seyirci okumayı iyi bilen biriyim ben. Oynarken bazen enerji düştü, diyorum içimden; bazen yavaşladık toplamak lazım, diyorum. Bazen de akışta devam ediyorum. Zorluğu; geriye saramaman, güzelliği ise her oyunda bunun yeniden olması. Her sahneye çıkışında yeni duygular, durumlar keşfediyorsun; oyunun demlendikçe, yani oynandıkça güzelleşmesi inanılmaz bir doyum bence. Sinema ise belli yönlerden daha kolay. Tekrar alabiliyorsun, deneyebiliyorsun, daha yakın çekimlerde daha çok poz verebiliyorsun. Poz derken, daha minimal hareketlerle daha derin duygular anlatmaktan bahsediyorum: Bu, kamerayla dans etmek gibi. Sinemanın da zorluğu, çekiyorsunuz ve bitiyor. Üç ay sonra “şurayı keşke biraz daha farklı oynasaydım” diyorsunuz ama çoktan bitmiş oluyor. En iyi duyguyu o an vermeniz gerekiyor. Bu, her tekrarda söz konusu değil maalesef. Ben ikisinden de inanılmaz keyif alıyorum. Yıllardır tiyatro yapıyorum ve hala her sahneye çıktığımda karaktere ait bambaşka duygular keşfediyorum. Sinema ise hayatım boyunca vardı. Film izlemek en sevdiğim şey. Benim için terapi. Bir de üstüne bir sinema filminde oynamak. Daha ne isterim ki… Günün sonunda bir tane eylem var ikisinde de: Oynamak. Değişmeyen tek şey bu. O yüzden ikisi de kıymetli.
Bir projeye dahil olmadan önce hangi kriterleri göz önünde bulunduruyorsun? Senaryo, yönetmen, karakterin derinliği gibi faktörlerden hangisi senin için öncelikli?
Öncelikle senaryo, sonra yönetmen, daha sonra da karakter. Aslında hepsi bir bütün olunca işleyen bir makine bu. Birinden biri eksikse aksak ilerliyor her şey. İyi bir senaryo, size güvenen ve elbette ki sizin de güvendiğiniz bir yönetmen olmalı. Harikalar yaratılır. Bir de oyun gücü olarak, beraber oynayacağınız oyun arkadaşlarınız varsa ve rol de tabiri caizse oyuncaklıysa; tam bir şölen. Benim dikkat etmeye çalıştığım unsurlar bunlar.
Şimdiye kadar hayalini kurduğun ama henüz oynamadığın bir karakter var mı?
Şu karakteri keşke oynasam diye fantezilerim yok. Eğer bir rol gelirse ve ben onu istiyorsam, rolün audition’ı için çok çalışırım. Bana gelen rolü geliştirmeye, dönüştürmeye, başka tarzda anlamlar yüklemeye çalışırım. Var olan rolü başka şekilde oynayabilmek beni yeterince besler. Oturup da keşke şöyle bir rol gelse demedim hiç.
Şimdiye kadar oynadığın karakterler arasında en alternatif ya da zorlayıcı bulduğun hangisiydi peki?
Her karakter kendi içinde çok zordu. Ama “Gülben” karakteri çok alternatif bir roldü. Oyunculuk tekniğinin çok iyi olmasını gerektiren, beden olarak zorlayıcı bir karakterdi. “Kar ve Ayı”daki rolüm de alternatifti, çünkü çok az replikle çok fazla duygu anlattık. Daha önce öyle bir rol oynamadım. “Kuru Otlar Üstüne” filmindeki karakterim ise alternatif değil ama zorlayıcıydı. Teknik olarak çok hızlı, yani hayattaki gibi konuşmak ve o replikleri hayattaki gerçekliğiyle söylemek gibi. Bütün rollerime çok çalışırım. Her zaman. Ama bu üç karakter başka bir oyunculuk biçimi istedi. Ben de o çalışma sisteminde ilerledim. Başka türde ödevler verdim kendime. Oyuncunun nasıl çalışacağını bilmesi çok önemli bir şey.
Stanislavski’nin “gerçeklik” arayışı ile Brecht’in “yabancılaştırma” yaklaşımı arasında sen kendini hangi eksene daha yakın buluyorsun?
Ben ikisini de çok seviyorum. Tiyatro özelinde epik oyun çok severim. Dördüncü duvarı kaldırmak, oynarken yabancılaşma efektini kullanmak benim hoşuma gider. Bunu iyi yapan bir oyunu seyretmek bence muazzam keyifli bir şey. Yer yer büyük jestler, büyük duygular, seyirciyle bir olma hali, hatta bazen onları kullanmak; bayılırım! Ama bu, sinemada kullanılabilecek bir yöntem değil her zaman. Yani işe ve yönetmenin çekmek istediği tarza bağlı. “Tenenbaum Ailesi” gibi bir film çekeceksek ya da oynayacaksak Brechtyen oyunculuk tarzı şahane gider. Sinemada ve tiyatroda (oyununa göre) daha çok Stanislavski tekniği uygulanıyor elbette. Ben de tabii ki o teknikten destek alıyorum. Bunun için gerçekçi duygulardan ve duyulardan beslenmek ve iyi bir gözlem kabiliyetine sahip olmak lazım. Hayatın içinde olmak lazım. Daha bir sürü etken ve yapmanız gereken şeyler var. Ama ben doğal oyunculuk denilen söylemle çok barışamadım. Stanislavski’miz çok yanlış anlaşılıyor bence. Doğal oyunculuk sanıyorlar gerçekçiliği. Halbuki gerçek olmak başka bir şey. Çok büyük duygularla çok gerçekçi olabilirsiniz. Ben iki tekniği de karıştırıyorum. Hatta teknik çok az kullanıyorum. Kullandığım yerler var, olmazsa olmaz. Bir oyuncunun tekniği her şey demektir. Replik söylemek yetmez. Bir oyun izlediğimde; görmek, duymak ve hissetmek isterim. Keza bir filmde de, dizide de. Hayattaki gibi gerçek ama bir rüyada gibi de absürt. Grotesk belki. Hayata büyüteçle bakmak gibi dediğim şey. Benim yaptığım ve izlemekten keyif aldığım oyunculuk stili de bu. Herkesin tarzı, beğenisi farklı tabii.
Bir karakteri kurarken öncelikle psikolojisine mi, yoksa dramaturjik işlevine mi odaklanırsın?
Her ikisine de. Ayırmam genel olarak bunları. Zaten dramaturji yaparak duygusuna varıyorum. Yoksa kafama göre bin tane psikolojik şey, bin tane duygu bulabilirim. Ama o karaktere uygununu bulmak, dramaturji bilmekten geçiyor. Ve iyi dramaturji bilmek, rolü çok iyi çıkarmanı ve anlamanı sağlıyor. Bence çok önemli bir şey. Eğer bunu yapmazsanız, kaybolup gitme ihtimali çok yüksek karakterinizin. Her zaman yönlendiren bir yönetmen bulamayabiliriz ya da yönetmenden daha çok şey bilebiliriz karaktere dair, çünkü daha çok mesai harcıyoruz o karaktere. O yüzden, odağın şaşmaması lazım. O da dramaturji bilmekten geçiyor. Metin kısmını hallettikten, karakteri anladıktan sonra derinlere inmeye başlıyorum. Karakteri inşaa etmeye, yaşayan hale getirmeye başlıyorum. Bu sıralamayla gidiyor çalışma sistemim. Ama bazen de değişiyor; doğaçlama bana kalmış yani.
Sinema tarihinde seni en çok dönüştüren filmler hangileriydi ve neden?
Çok var aslında ama uzun zamandır aklımda kalan filmlerden biri Joachim Trier’den “Oslo, 31 Ağustos” ve yine aynı yönetmenin “Dünyanın En Kötü İnsanı” filmi. Bu filmler beni dönüştüren filmlerden diyebilirim. Tam olarak insan hallerini anlatan, doğru ile yanlışın tamamıyla kişiye özgü olduğu, hataların da zaafların da inanılmaz göründüğü ve sonu durgun bir deniz edasında biten… Bir bilinmez gibi. Melankoli hali. Yani çok seviyorum bu iki filmi. Genelde dramacıyımdır, drama izlemekten çok keyif alırım. Bu filmler sadece drama değil hayatı da temsil ediyor benim için. Tam olarak hayat bu. Kesin, net olmayan ve rastlantısal. Dediğim gibi daha da vardır ama şu an en net bunları hatırlıyorum. Türk sinemasından “Babam ve Oğlum” mesela, beni hep bir yerlere götürüyor. Favorim zaten “Selvi Boylum Al Yazmalım.” Sonundaki pişmanlık beni bitiriyor. Film boyunca o mutsuzluk… Başıma gelmesini isteyeceğim en son şey, sevdiğim birini kaybetmek. Bir anlık heveslerle yok saymak; hala etkilenirim izlediğimde. Pelin Esmer’in “Gözetleme Kulesi”, Yeşim Ustaoğlu’nun “Güneşe Yolculuk” ya da “Tereddüt” filmleri de çok iyi bence. İnsanı anlatan filmleri seviyorum; insan hallerini. İzlemeyi de oynamayı da çok seviyorum.
Dünya sinemasından birlikte çalışmayı hayal ettiğin yönetmenler arasında kimler var?
Joachim Trier, en sevdiğim yönetmenlerden. Tam olarak onluk bir oyuncuyum ben. Hayal ettiğin bir rol var mı diye sormuştun; yok demiştim ama mesela bu yönetmenin herhangi bir karakterini oynamak çok isterim. Fantezi kurmam ama bence tam onluk bir oyuncuyum; oyunculuk tarzı ve tip olarak. Sevdiğim karakterleri Trier’imiz yazıyor. Benim için yazıyor gibi. Sonra bir diğer yönetmenimiz Ruben Östlund ile çalışmayayım mı? Bayılıyorum ona da. Kendisi (Cannes jüri başkanıydı) beni tanıyor. Yine tam olarak onluk bir oyuncuyum. O da tam benlik bir yönetmen. Çok beğeniyorum bu iki yönetmeni. Umarım ki bir gün. Hayatta her şey mümkün!
Curated No.31'i satın almak için tıklayınız.
Röportaj: Sevak Akbulak Fotoğraf KADİR KARADEMİR Moda Editörü ELİF KARCI Makyaj HİDAYET KORKMAZ Saç HÜSEYİN AÇIKGÖZ Fotoğraf Asistanları TANER YAMAN, MURAT ERDOĞAN, OĞULCAN BÜLBÜL Moda Editörü Asistanları BELİZ ALARA, NAZLICAN ŞEKEL Saç Asistan MEHMETCAN YILMAZ Teşekkürler TERSANE ISTANBUL