SIMON UPTON
Bugünlerde dünyayı nasıl algılıyorsunuz?
Dünya nispeten küçülmüştü ancak şimdi daha da parçalanıyor gibi görünüyor. İnternet aracılığıyla benmerkezciliğin yükselmesi ve Covid salgınından bu yana korkunun artması, bu değişiklikte büyük bir etken olabilir. Başka insanlara, kültürlere ve farklı coğrafyalara duyduğumuz ilgi, bizi bir araya getirmek adına daha önce hiç olmadığı kadar önemli hale gelmiş durumda.
Fotoğrafçılığa ilginiz nasıl başladı ve iç mekan çekimlerine olan tutkunuz nasıl gelişti?
Çocukluğumun büyük bir kısmını ressam olacağımı düşünerek geçirdim ve sanat okuluna gittim. Ancak boş bir tuval karşısında yaşadığım zorluklar beni fotoğrafa yönlendirdi. Fotoğrafın “dışa dönük” doğası, “içeriye” bakmak yerine “içine” bakın diyen bir disiplin. Bu, nesnel gerçekliğin hazır oluşuyla ilgili bir şey. Çünkü objektif gerçeklik; hazır, önceden var olan bir şeyi ifade ediyor ve bu durum fotoğraf sanatında daha belirgin. İç mekanlar benim için tesadüf eseri öne çıktı; lisans şovumun kaşiflerin eve neler getirdiğiyle ilgili olması sayesinde. Bu sayede mimariye, sanata ve tasarıma olan merakımın farkına vardım. İç mekanlar benim için, zamanla mekan sahiplerinin portreleri haline geldi.
Çalışmalarınızda her zaman odaklandığınız belirli bir nokta var mı?
Dürüstlük, her şeyden önce geliyor. O anın gerçekliğini yansıtmaya çalışmak, izleyiciye orada bulunma hissiyatı yaşatmak benim için son derece önemli. Fotoğrafçı olarak görevim, o mekanda bulunma hissini kaydetmek. Ayrıca “show stopper” niteliğindeki sanat veya tasarım örneklerinin dikkatimizi dağıtmaması da önemli; çünkü bu durum genel hissi kaçırmamıza neden olabiliyor.
Satın aldığınız ilk fotoğraf hangisiydi ve sizin için hala özel bir yere sahip mi?
İlk satın aldığım fotoğraf; yazar, kaşif ve başarılı bir fotoğrafçı olan Wilfred Thesiger'a ait. Bu fotoğraf, “Empty Quarter”den bir kare ve hala benim için özel bir yerde duruyor. Thesiger'in "Arabian Sands" adlı kitabında yer alıyor.
Geçmişten ve günümüzden sizi en çok etkileyen fotoğrafçılar kimler?
Aslında pek çok kişi var: Bill Brandt'ın dürüst foto-röportaj anlayışı, Horst'un yaşam tarzına olan bakış açısı, James Ravilious ve Edwin Smith'in ise İngiltere'deki yaşam tarzını başarıyla tasvir eden çalışmaları şu an öne çıkıyor.
New York'un prestijli evlerinin fotoğraflarının yer aldığı kitabınızdan bahseder misiniz? Projeye nasıl başladınız ve bu evleri seçerken hangi kriterleri göz önünde bulundurdunuz?
Yakın zamanda Vendome Press tarafından yayınlanan “New York Interiors” ve “London Living” adlı iki kitaba imza attım. Şehri her zaman sevmiştim, ancak New Yorklu eşim Anne ile tanıştığımda bu büyüleyici şehir, bir işyerinden çok daha fazlasını temsil etmeye başladı. Kitaplarım, çeşitli sektörlerde çalışan ve yıllar içinde edindiğim arkadaşlarımın ve tanıdıkların evlerine odaklanıyor. Her biri oldukça kişisel olan bu evler, muazzam bir şehirdeki konut çeşitliliğini tam anlamıyla temsil etmek yerine, daha özel ve kişisel bir bakış açısı sunuyor.
Röportaj SEVAL AKBULAK
Curated No.25'i satın almak için tıklayınız.