JEAN-CHARLES DE CASTELBAJAC
"Bir tasarımcı olarak, giysilerle şiir yazıyorum" diyorsunuz... Bu nasıl mümkün oluyor?
Bana göre her türlü malzeme şiirsel bir ifade biçimi olabilir. Giysi tasarımı, insanın varoluş sürecine dahil olan ve bu nedenle hareketle ve bedenle bağlantılı olan mükemmel bir alan. Aynı zamanda bayraklar ve onların rüzgara karşı duruşları gibi çeşitli nesneler de çok önemli sanatsal ifade araçları. Bu materyaller; duygularla, deneyimlerle ve rahatlıkla ilintili. Bu çeşitliliği kucaklayarak sanatsal ifadeyi genişletmek gerek! Bunun dışında moda için yapılmayan tekstil ürünlerini, “fakir” bulunan ve belki de kimsenin sevmediği malzemeleri seviyorum. Moda büyük bir şeyin parçası, yaratıcılığın araçlarından biri... Moda, dünyayla en içsel bağımızı kuran harika bir buluşma ve kavşak noktası.
Moda endüstrisi siz başladığınızdan bu yana nasıl değişti?
1990'lar bir dönemin sonuydu. O zamanlar fantazi dolu bu sektörde bir normalleşme yaşandı. Malcolm McLaren ile bu normalleşmeye direnmeyi, alternatif ve yer altı yaratıcılığını savunmayı konuşurduk, ama bugünün dünyasında bu direnişin faydasız olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden bir virüs olmaya karar verdim, yaratıcı bir virüs: Modanın popüler vizyonunu kabul edip, en fazla yaratıcılığı en fazla sayıda insana sunmak. Belki beni ütopik bulacaksınız ama dünyanın kurtulması için yaratıcılığa ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Çağımız ise gerçekten çok yaratıcı. J.W. Anderson, Jacquemus ve Stuart Vevers'i gördüğümde modada bu kadar çok genç yaratıcının olduğu başka bir dönem olmadığını düşünüyorum.
Zamanla işlerinizin formunda ne gibi değişiklikler oldu peki?
1970'lerim çok minimal, çok işlevsel, Raymond Loewy'nin tasarımlarıyla çok bağlantılıydı. Sanatçı ile tasarımcı arasındaki fark şudur: Tasarımcı aslında bir soruya cevap verir; giyilecek kıyafetlerin işlevselliği üzerine çalışır. Sanatçının işi ise soru sormaktır; parlak olmayan, görünmezliğin sınırında bulanık şeyler yaratmaktır. 1980'lerde hayalet kıyafetler yaratmak istedim. Elbiselerde boyadığım yüzlerin hareketini gördüğünüzde, bir çağrışım ve bir gizem hissedersiniz. Jackie Kennedy, Katharine Hepburn ve tarihsel olarak ilgi duyduğum diğer figürlerle bu seriyi yaptım ve bu benim için modanın gerçek gizemli anlamının kristalizasyonuydu. Bir duygunun, veya bir tür sihrin aktarımıydı.
Tarihe ve müziğe büyük merakınız olduğunuzu biliyorum; peki modaya olan ilginiz nasıl başladı?
Müzik benim için zamanda yolculuk yapma yöntemi. Özellikle elektronik müzikle derin bir bağım var. Bu durum, dijital dünyayla olan sıkı ilişkimden kaynaklanıyor. Elektronik müzik, her zaman yenilikçi oluşu ve beklenmedik dokularıyla geleceğe dair bir vizyon sunuyor. Müziğin olmadığı bir projeyi hayal dahi edemiyorum. Çalışmalarım, moda veya mobilya tasarımı gibi farklı alanlarda olsa bile, her zaman müzikle bir bağlantı içeriyor. Müzik, hislerimin ve duygularımın sesi. Mesela, Pompidou'da düzenlediğim sergi sırasında, genç bir müzisyenden her şeyi biliyormuşçasına cesur müzikler yapmasını istedim. Çünkü müzik evrensel ve tüm sınırları aşan bir dil.
Moda dünyasına giriş yapmanızı sağlayan ilk büyük fırsatınız hangisiydi?
Annem. 17 yaşındayken askeri bir yatılı okuldan yeni ayrılmıştım. Kötü çocuk olmak istiyordum; bir rock grubunda yer almak, motosiklet sürmek, yolların doğru tarafında değil, geceleyin herhangi bir uyarı olmayan yönlere doğru araba kullanmak istiyordum! O zamanlar annemin küçük bir moda atölyesi vardı. Bir gün bana, "Jean, benim için tasarım yapar mısın?" diye sordu. Hiç tecrübem yoktu ve hayalim modacı olmak değil, asker olmaktı. Bu benim için uygun değildi ama modayla ilgileneceksem de, bunu farklı bir şekilde yapmalıyım diye düşündüm. Güzel, yumuşak ve beklendik olanı değil de, daha önce görülmemiş bir şeyler yapmak gibi... Annemin kumaşlarını kare şeklinde kesmeye başladım; çok ilkel bir şekilde, geri dönüştürülmüş malzemelerle, hem de 1971'de...
Biliyorsunuz, 70'lerde herkes çok romantikti. Yaptıklarımız, moda dünyasının satın almayacağını, insanların beğenmeyeceğini düşündüğüm şeylerdi. Ancak tam tersi oldu. Amerikalı alıcılar bunu harika buldu ve beni “anti-moda” yapan biri olarak nitelemeye başladılar. Böylece, bir anti-moda tasarımcısı olarak kariyerime başladım. Bugün herkes bu tür geri dönüşüm projeleri yapsa da o zamanlar bu durum büyük bir hit yarattı ve beni de esiri yaptı. Annem her zaman sabit destekçimdi ve gerçekten çok özgür ruhluydu. Kendimi bu prensipler üzerine inşa ettim.
Röportaj SEVAL AKBULAK
Curated No.26'yı satın almak için tıklayınız.