Marion Verboom
Hayatınız boyunca yaratıcı oldunuz. Yeni bir projeye başladığınızda, vizyonunuzu hayata geçirmek için attığınız ilk adım genellikle ne oluyor? Formların temsilindeki mutasyonu ve şekillerin medeniyetler tarihi boyunca kendilerine ait bir yaşamları olduğunu, eserlerim aracılığıyla keşfetmek istiyorum. Şekillerin kendileri ya da uyandırdıkları fikirler belirli bir zamansızlığın tadını çıkarıyorsa, ben de onların zamansallığını ve temsillerini tanımlayan kültürel belirteçleri keşfetmekle ilgileniyorum. Heykellerim estetik olarak, bugün neredeyse tamamen silinmiş bir coğrafi alandan türeyen antik Anadolu kültürlerine açıkça atıfta bulunsa da, genellikle artırılmış minimalizm olarak tanımlanıyor. Ve gene eserlerim aracılığıyla Roma, İber ve Kolomb öncesi kültürlerine atıfta bulunarak tarihsel referansları soyut ve kişisel unsurlarla iç içe geçiriyorum. Bazen birçok parçayı bir araya getirerek, bazen de monolitik bir blok içinde malzemeleri yatay ya da dikey formlarda düşlüyorum. Projenin arkasındaki içeriğe ve tarihe bağlı olarak yaratımımın uzaysal yönünü çözerek üretimime başlıyorum. Ve tüm bu materyaller farklı temsili kodlara atıfta bulunuyor.
İşleriniz olağanüstü derecede katmanlı; bu yaratımlar nasıl ortaya çıkıyor?
Jeoloji araştırmaları yapıyordum. Bunun sonunda 2012’de Loess adlı işim ortaya çıktı; seramikten yapılmış bir labirentti. Maddeselliği, kendisi de bir tortu olan kille, tıpkı zoom yapar gibi anlatmak istedim. Loess (lös), hava akımının taşıdığı malzemelerin birikmesiyle oluşan, sütun şeklinde bir tortu. Aklımda jeolojik bacalar vardı. Daha sonra da bu tür bacalar yaptım. Dolayısıyla, ortaya çıkan her eser, daha sonra bu tarz başka bir mutasyon katmanı eklememe izin verdi.
Çalışmalarınızda Aztek, Roma ve Hıristiyan mitolojisine pek çok atıf var… Geçtiğimiz yaz Kaplankaya’ya konuk olan “Achronies & Tectonies” adlı eserlerimde Delfi Adası’nda keşfettiğim Omphalos'tan etkiler görebilirsiniz. Sergide dünyanın göbek deliğinin bir temsili ve Zeus mitolojisi etrafında gelişen bir dizi yorum vardı.
Avrupa ve Yunan kültürü için çok önemli olan hikayeler grubunu adeta tek bir kayada cisimleştirdim. Zeus’un babası Kronos, cennetin güçlerini babası Uranos’tan, onu sivri bir orakla hadım ederek alıyor. Onun da kendi oğullarının eline düşüp aynı kaderi paylaşacağına dair bir kehanet üzerine Kronos, Rhea’nın doğurduğu her çocuğu yutarak sorunu çözmek istiyor. Rhea, Kronos’u kandırmak için battaniyeye sarılmış bir kaya parçasını sanki oğullarıymış gibi veriyor ve Kronos bu taşı yutuyor. Çocukların en küçüğü olan Zeus, annesi onu Girit’te bir mağarada gizlice doğurduğu için diğer çocuklarla aynı kaderi paylaşmaktan kurtulmuş oluyor.
Üretirken ilham kaynaklarınız neler?
Felsefeden bilime kadar yaptığım her okuma, birer ilham kaynağı. Paris'te yürürken binalardaki kapı çerçevelerini ve süs dizilerini gözlemlemek ya da İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde saatlerimi geçirmek çok ilham verici. Bana göre “estetik”, deney üstü bir şey. İnsanı günlük rutininden çıkaran ve sorular sorduran; içindeki merakı uyandıran ve daha çok anlamaya teşvik eden bir deneyim... Bu yüzden sadece sanatın içinde estetik olduğunu düşünmüyorum. Bilim, tarih ve arkeoloji de estetikle ilişkili. Her mistik objenin ya da fikrin içindeki güzelliği görebiliyor ve onu başka bir şeye dönüştürebiliyorum. Dünyayı işgal eden farklı medeniyetler arasında bir diyalog yaratabilmek çok heyecan dolu.
Röportaj SEVAK AKBULAK Fotoğraflar VINCENT FERRANE, NICOLAS BRASSEUR
Curated No.15'i satın almak için tıklayın.