Birçok yeteneğe sahip bir insansın... Sanatçı ve tasarımcı olma yolculuğun nasıl başladı?
Çocukken her zaman sanatla uğraşmak istemiştim. Aslında bildiğim tek şey buydu. Sürekli resim yapıp, bir şeyler yaratıyordum. Hangi yoldan gideceğimi tam olarak bilemiyordum ama on dört ya da on beş yaşlarındayken Londra'ya taşınıp Central Saint Martins'te okumaya karar verdim.

Central Saint Martins’te erkek giyim tasarımı eğitimi aldın. Moda eğitimin, dekorasyon projelerini nasıl etkiliyor?
Bir kıyafeti bir araya getirme şeklimle bir odayı düzenleme şeklim birbirine çok benziyor; bu, eski ve yeniyi karıştırmak, renkleri, dokuları ve desenleri bir araya getirmekle ilgili. Aynı zamanda hikaye anlatmakla da ilgili tabii.

Bir tasarımcı olarak çalışmalarına en çok ne ilham veriyor?
Yaklaşımımın her şeyi belirlediğini düşünüyorum. Etrafımdaki dünyayı ve yaptığım işleri – resim, çizim, kıyafet, iç mekan – aynı bakış açısıyla değerlendiriyorum. Renkler, desenler ve süslemelere olan tutkumla hikayeler anlatma ve onları bir araya getirme arzusuyla hareket ediyorum. Romantik bir yapım var ve bu, etrafımdaki dünyayı bir nevi mitolojik bir havaya büründürmeyi, hayal gücümde ve duygularımda kaybolmayı beraberinde getiriyor. Doğaya olan derin sevgim ve bağlantımla da en büyük ilhamlarımdan.

Moda ya da sanat dünyasında seni en çok etkileyen dönem hangisi?
O kadar çok ki! Ama özellikle Barok ve Romantik akımlara hayranım...

Sana en çok etki eden tasarımcılar ve moda figürleri kimlerdir?
Yine pek çok kişi var, özellikle geçmişten. Sanatçılar, tasarımcılar, fotoğrafçılar, yazarlar ve birçok farklı pratiği bir arada sürdüren insanlar... Cecil Beaton, Oliver Messel, Rex Whistler, David Hicks, John Fowler, Duncan Grant ve Bloomsbury Grubu, Christopher Wood, John Craxton, Denton Welch bunlardan bazıları.

İnanılmaz bir sanat, mobilya ve obje koleksiyonun var... Çalışmaların hikaye anlatımı üzerine kurulu; gerçeği mi yoksa kurguyu mu tercih ediyorsun iş yaparken?
Aslında her ikisini de. Örneğin, iç mekan tasarımını düşündüğümde... Bulundukları yerden ilham alan iç mekanlar yaratmak istiyorum: Misafirlerin manzara ile iç mekan arasında somut bir bağlantı hissetmeleri benim için önemli. Ayrıca her zaman eklektik, romantik ve tiyatral bir yaklaşımı seviyorum: Desenli kumaşların karışımı ve bol miktarda renk... Bir restorana gittiğimde kendimi daha fantastik bir dünyaya taşınmış gibi hissetmek istiyorum ama bu gerçek bir şeye de bağlı hissettirmeli. İç mekanlarım, bu büyülü hissi yaratmaya çalışmakla ilgili.

Fazla maksimalist olmana rağmen hiçbir şey aşırı görünmüyor. Nasıl denge buluyorsun?
Tam olarak emin değilim. Sadece kalbimi takip ediyorum. Bir şeyin doğru gittiğini hissettiğinizde bunu anlıyorsunuz sanırım. Örneğin, bir oda tasarlıyorsanız renklerin kombinasyonunu doğru tutturmak çok önemlidir. Çok fazla parlak renk çok tatlı ama çok yoğun olabiliyor bu yüzden bir uyum olmalı; parlak renklerin arasına toprak tonları karıştırmak gibi... Estetik ve atmosferik bir denge sağlamaya çalışmak işimin en önemli kısımlarından biri. Mekan tasarlamanın da bu yönünü seviyorum.

Röportaj: Seval Akbulak

Röportajın tamamı No.27 sayısında!