Serdar Kutucu
Uzun yıllar Design Hotels grubunun operasyon direktörlüğünü yaptınız. Dünyanın dört bir yanından en iyi otelleri bir koleksiyon altında topladınız… Otelcilik ve hizmet sektörü konusunda en önemli tecrübeniz ne oldu?
Operasyon direktörlüğü yaptığım Design Hotels grubunun portföyünü geliştirmek adına on iki yıl boyunca çalıştım. 60’dan fazla ülkede çeşitli oteller ile yaptığımız iş birlikleri kapsamında farklı kültürler ile tanışmak, o kültürleri otellerine entegre edebilmiş işletmelerle karşılamak profesyonel yolculuğum için çok önemli tecrübelerdi. Kendisini değiştiren, konseptini ileriye götüren ve bunu konuklarına yansıtan oteller yaklaşımlarının sonucu gereği farklılıklar yaratmaya başlıyor. Bu farklılıklar artık konuklar tarafından da talep edilen ihtiyaçlar. Günümüzde değişen yaşam şekilleri, tatil alışkanlıkları ve hatta günlük yaşam aktiviteleri, konaklama sektörünün de değişmesine neden oluyor. Bu süreç her geçen gün daha fazla değişimi ve adaptasyonu beraberinde getiren dinamik bir yapı oluşturduğu için, uzun yıllardır çok yavaş değişen otel konsept algısına da bir çağrıda bulunuyor. Design Hotels Grubu için tasarım ve mimari son derece önemli konular olsa da otellerde yarattığı farklılığın temelinde, ihtiyaçları doğru analiz edebilme ve empati kurabilme yetisi var.
Geleneksel konaklama endüstrisinin ezberi gelecekte nasıl değişecek?
Bir yere konuk olarak gittiğimizde, kendi değerlerini yansıtabilen, vizyonu ve tavrı olan otellerde kalmak istiyoruz. Ruhu olan, bağ kurabilen, bir hareketi destekleyen ya da belli bir amaca hizmet eden mekanlarla kurduğumuz ilişki daha derinlikli olduğundan kendimizi oraya ait hissetmeye başlıyoruz. Bu da bizi oranın bir parçası haline getiriyor. Konaklama endüstrisinde ihtiyaç duyulan ve talep edilen de daha organik bir deneyim yaşamak üzerine kurulu. Küçük ölçekli oteller bu taleplere daha hızlı cevap verecek olsalar da büyük ölçekli otellerin de bu yönde değişeceğine inanıyorum.
Yaşama, çalışma ve bir araya gelme biçimlerimizin çok hızla değiştiği bir dönemde, dönüşümün ‘hızına’ rağmen ‘slowness’ topluluğunun DNA’sında ne var?
Yaşama ve çalışma kavramlarının çok iç içe geçtiği bir dönemdeyiz. Bu dönüşümün ‘hızına’ rağmen Slowness, doğru hızda yaşamanın felsefesini anlatmaya çalışan bir topluluk. Bütünsel bir yaklaşım felsefesiyle gerçekleştirdiğimiz projeleri; kapsamları, bağlantıları ve konseptleri dahilinde ele alıyoruz. Slowness olarak, kendi topluluğu içinde, kendi yerleri arasında yaşayıp seyahat etmek isteyen bir grubuz. Aynı vizyonu ve değerleri paylaşan insanlar bir araya geldiğinde oluşan enerji muhteşem deneyimlere dönüşüyor. Kollektif iş yapma bilinciyle; herkesi tanımak, ihtiyaçları belirlemek ve bu kapsamda hizmet verip, konuklara sorunsuz bir seyahat deneyimi sunabilmek öncelikli hedeflerimiz arasında yer alıyor. Topluluğumuzun içinde şu an altı tane mekanımız var ancak bunu yıllar içinde bunu artırmak istiyoruz. Konseptlerimizi de şehir içi ve şehir dışı olarak ikiye ayırıyoruz. Şehir içi yarattığımız konseptlerde mekanlarımız şehire yakın olsalar da şehir dışı partnerleri bulunuyor. Bununla birlikte, tasarladığımız otellerin yanına inşa etmeyi planladığımız konaklar ile misafirlere hep orada yaşama imkanı tanıyacağız.
Seyahat endüstrisi ve otelcilerin ihtiyaçlarını düşündüğünüzde sürdürülebilir ve alternatif bir yaşam modeli nasıl tasarlanabilir?
Amacımız her zaman bulduğumuz sisteme ve doğaya zarar vermemek üzerine kurulu. Yarattığımız mekanların hepsi; uzun vadeli düşünen, doğru kitleyi bir araya getiren, lokal üreticiler ile çalışan, konumuna göre konseptler belirleyen ve hayata karışabilen projelere dönüşüyor. Çünkü bir yerin ihtiyaçlarını ve konumunu gözeterek mekanı tasarlamaya başladığınızda oranın doğasını anlamaya başlıyorsunuz bu da yaklaşımlarınıza yansıyor. Faklı yaklaşımlarla gelişen alternatif yaşam modelleri de sürecin içinde kendiliğinden oluşmaya başlıyor.
Tasarım ve yapım yöntemleri dünyaya zarar verecek şekilde mi evrimleşiyor? Daha derin, daha bilinçli bir misafirperverlik sunmak adına neler yapıyorsunuz?
Küçük mekanlar tasarlayarak hem dünyaya daha zarar vermeye çalışıyoruz hem de konuklara gerçek ve derin bir deneyim sunuyoruz. Örneğin, La Granja gibi büyük bir alanda tasarladığımız otelimiz 11 haneli, Lizbon’daki otelimiz 13 haneli, Berlin’deki projemiz 42 haneli, Portekiz’deki yerimiz ise, 36 haneli. Tüm bu alanlara çok daha büyük yaşam alanları kurabileceğimiz halde projelerimizi hep küçük ölçekli tutmak istedik. Projelerimizi küçük ölçekli tutarak, her mekanın konseptini konumuna göre geliştirerek, lokal üreticilerle çalışarak doğaya zarar vermeden hizmet sunmaya çalışıyoruz. Bu da hem daha derin hem de daha bilinçli bir misafirperverlik sunmamızı sağlıyor.
Röportaj: Seval Akbulak Fotoğrafçı:Fıraç Meriç
Curated Magazine No.14 sayısı için tıklayınız.