Mario Testino

Mario Testino olmak kolay mı?
Mario Testino olabilecek tek kişi Mario Testino’dur; tıpkı sizin de yalnızca kendiniz olabileceğiniz gibi. Hepimiz kişiselliğimiz, tutkularımız ve deneyimlerimizle şekilleniriz, bu da bizi eşsiz kılar. Eğer biri benim çalışma tarzımda Mario Testino olmak istiyorsa, yoğun bir adanma duygusunu benimsemek zorunda. Bu alanda yetenek asla tek başına yeterli değil. Adanma, disiplin ve sanatına duyduğu takıntı derecesindeki merak, gerçek bir sanatçıyı tanımlar.
Ekonomi ve hukuk eğitimi aldıktan sonra fotoğrafçılığa geçiş yapmaya nasıl karar verdiniz?
Her şey tesadüfen gelişti. 1970’lerde İngiltere’ye geldim ve iş ararken fotoğrafçılık okulunda kendime yer buldum; ilk tanışmam böyle oldu. O dönemde, Old Vic Tiyatrosu’nun fotoğrafçısı olan John Vickers’ın stüdyosunda eğitim aldım. Kendisi o dönemde Vivien Leigh ve Laurence Olivier gibi efsanevi oyuncuların fotoğrafını çekiyordu. Orada dört ay geçirdim, ancak ne yazık ki Vickers hayata veda etti. Yine de o aylar beni derinden etkiledi. Başlangıçta beni asıl cezbeden şey fotoğrafçılık değil, moda, giysiler ve bu dünyanın etrafında dönen her şeydi. Fotoğrafçılık benim için bu evrene giriş kapısı oldu ve zamanla tutkumu ifade etmemi sağlayan mükemmel bir araç oldu.
Peru’da büyümek estetik algınızı nasıl şekillendirdi?
Nerede büyüdüğünüz ve nerede zaman geçirdiğiniz sizi etkiler. İngiltere’de 40 yıl geçirdim, ancak hayatımın ilk 18 yılını Peru’da geçirdim ve şimdi bunun beni nasıl şekillendirdiğini fark ediyorum; sadece renk ve estetik açısından değil, düşünce ve yaşam tarzı açısından da. Perulular son derece samimi ve misafirperver insanlar; ben de bu sıcaklığı işime yansıttım, bu da bana birçok kapı açtı. 1990’larda British Vogue için Peru’ya geri döndüm ve Cusco bölgesine ait geleneksel kıyafetlerden oluşan inanılmaz bir arşiv keşfettim. Bunları görmek bana çocukluğumdan beri beni etkileyen unsurları düşünme fırsatı verdi. Peru’da giysiler yalnızca kumaş parçaları değildir; ait olduğunuz yeri, katıldığınız festivalleri ve törenleri anlatan bir hikaye taşır.
Bu unsurlar estetik anlayışımı derinden etkiledi. Geleneksel kıyafetlerde beni en çok etkileyen detaylardan biri başlıktı; ister bir şapka, ister bir peçe olsun, ben hep bunun bir görünüşü tamamladığını hissettim. Bu bakış açısının moda fotoğrafçılığıma da yansıdığını fark ettim. Bu keşif beni Peru’nun geleneksel kıyafetlerini belgeleyen “Alta Moda” serisine yönlendirdi. Bu isim hem “Haute Couture” ifadesine bir kelime oyunu hem de bu kıyafetlerin kökenine uzanan yüksek rakımlı Peru bölgesine bir saygı duruşu niteliğinde, çünkü İspanyolca’da “Alta” yüksek, “Moda” ise sizdeki gibi moda anlamına geliyor.
İlk profesyonel fotoğraf çekiminizi hatırlıyor musunuz?
İlk anıyı hatırlamıyorum, ancak o ilk günlerin hayal kırıklığını hatırlıyorum. Bir fotoğraf makinesi alıp bir kare çekebilsem de, ışıklandırma veya renk düzeni gibi önemli unsurların farkında değildim. İlk çalışmalarım oldukça ilkel ve amatörceydi. İlk yayınlanan kapak çekimlerimden biri Miss London adlı, Londra metrosunda ücretsiz dağıtılan bir dergi içindi. Sarah Jane Hoare ile çalışmıştım; onu sosyal çevremden tanıyordum ve kendisi daha sonra önde gelen moda editörlerinden biri oldu. Çekimden sonra dergide yayımlanan fotoğrafları gördüğümde şoke olmuştum. Zavallı model, Sarah’nın kız kardeşiydi ve renk düzeni o kadar kötüydü ki, sanki hayatının en soğuk gününü yaşıyor gibiydi. Muhtemelen gerçekten de öyleydi, çünkü stüdyoda ısıtma yoktu ve bunu karşılayacak bütçem yoktu. O ilk günler benim için çok öğreticiydi ve gerçek bir fotoğrafçı olarak gelişmem zaman aldı.
Satın aldığınız ilk fotoğraf hangisiydi?
İlk olarak Londra’nın Covent Garden bölgesinde bulunan Zelda Cheatle Gallery’den fotoğraf toplamaya başladım. Bu galeri, beni 1930’lar ve 1940’ların vintage eserleriyle tanıştırdı. Orada Madame Yevonde ve Angus McBean’in çalışmalarını keşfettim. 1930’lar ve 1940’ların bu iki önemli fotoğrafçısı, beni derinden etkiledi. O dönemin havası ve tarzında beni cezbeden bir şey vardı.
Sanatınızı en çok hangi fotoğrafçılar veya sanatçılar etkiledi?
Birçok sanatçıdan etkilendim ancak Cecil Beaton, Richard Avedon, Irving Penn ve Helmut Newton gibi fotoğrafçılar ile Goya, Zurbarán ve Velázquez gibi ressamlar, sanatsal yolculuğumu farklı şekillerde yönlendirdi. Özellikle Beaton; moda, tiyatro, portre ve hatta kraliyet fotoğrafçılığı gibi alanlar arasında ustaca geçiş yapabilen bir sanatçıydı. Onun farklı türler arasında özgürce hareket edebilmesi, bana tek bir alana sıkışıp kalmak zorunda olmadığımı öğretti ve bu sayede yalnızca modaya değil, aynı zamanda gelenek, otorite ve toplum gibi konulara da ilgi duymaya başladım.
Röportajın tamamı No.30 sayısında!
Röportaj SEVAL AKBULAK Portre Fotoğrafı ALEX WALTL
Special thanks: @mariotestino #mariotestino
Photo credit: ©️ MARIO TESTINO