Cem Mirap
Ankara’dan başlayalım; her zaman farklıdır Ankara’da büyümek... Nasıl geçti o yıllar?
Ankara’da doğdum, büyüdüm. Ankara’yı çok severim, özellikle karakterimde çok etkisi olmuştur. Küçük bir çevresi vardır ama öğrenci şehri olma özelliğiyle de entelektüel seviyesi yüksektir. Ankaralılar hep İstanbullulara göre daha gözlemci, daha meraklı olurlar; biraz yapacak şeylerin azlığından dolayı diye düşünüyorum.
Ardından reklam okumak için New York’a gidiyorsun? Her zaman istediğin bir şey miydi? New York hayatına nasıl yön verdi?
Üniversiteyi bitirince 23 yaşında New York’a, reklam üzerine MBA yapmak için gittim. Reklam firmalarında yaptığım stajlarla iş hayatına başladım ve altı yıl orada yaşadım. Öğrencilik yıllarımda telefonla reklam videosu satmaktan, parti/yemek organizasyonlarına kadar birçok farklı işte çalıştım. Şehrin ve iş hayatının temposu bana çok şey öğretti. Yiyecek-içecek sektörüne de ilk o zaman girmeye başladım, DJ organizasyonları yaparak, müzik/gece hayatı ve yiyecek içeceğe çok meraklıydım. Restoran sahibi olma virüsünü de orada kaptım diyorum soranlara; tabi bu biraz da işin esprisi...
İstanbul’a gelişin; Lucca’yı açman... Nasıl karar verdin? Seni iten ne oldu?
2003’te Türkiye’ye dönme kararı aldım. O zaman reklam firmalarında çalışan arkadaşlarımı ziyaret ettim. Türkiye’de reklam sektörünün hiç bana uygun olmadığını anladım. Daha yeni ekonomik krizden çıkılmıştı. New York’ta kenarından ucundan çalışma deneyimi edindiğim yiyecek/içecek sektörü çok ilgimi çekiyordu. İstanbul’da hareketli/yenilikçi ama aynı zamanda rahat ve şık, casual/chic restoran/bar olmadığını, daha sektörün çok bakir olduğunu düşündüm. Biraz da hayalimdi, dediğim gibi yiyecek/içecek ve müziğe çok meraklıydım ve zaten istediğimin bu olduğunu anlamıştım. Bunu farkedince aylarca süren ve onlarca ülkeyi içeren; açacağım restoran/bar için notlar aldığım bir backpack turuna çıktım; dünyayı dolaştıktan sonra, İstanbul’a gelerek, Lucca’yı açtım.
Bir Ankaralı olarak İstanbul’da işletmecilik yapmaya başlamanın zorlukları ve kolaylıkları olmuştur diye düşünüyorum...
Üniversite yıllarımda her hafta sonum İstanbul’da geçiyordu; onun için hem o yıllardan, hem de New York yıllarından zaten İstanbul’da zaten çok yaşayan İstanbullu arkadaşım vardı. Ankara’dan da bütün jenerasyonum buraya yerleşmişti. Çoğu da yakın arkadaşımdı... 29 yaşında Lucca gibi bir yerin sahibi olmak tabii müthiş olduğu kadar bir o kadar da sınayıcı bir deneyimdi.
Lucca’nın bir anda bir community’e dönüşeceği var mıydı aklında? Plan hep bu muydu?
Hep hareketli, eğlenceli bir yer olmasını hayal etmiştim. Aslında kendiliğinden birkaç ay içerisinde aynı düşünce yapısında olan, benzer insanların buluşma noktası oldu. Lucca’nın önderlik ettiği İstanbul yeme içme sahnesi bugün çok kalabalık... Fakat muhakkak ki en parlak dönemini salgın, ekonomi vb. sebepler ile yaşamıyor.
Lucca ise her daim kitlesini koruyabiliyor? Sırrı ne?
Türünde ilk olmak, sürekli kendini yenilemek ve geliştirmek diye düşünüyorum. Son yıllardaki aşırı kalabalık halinden şimdi yine yenilenerek, gelişerek; yeni normale uygun ama yine orijinal olan güzel, daha da gelişmiş yenilenmiş bir hale gelecek mesela. Bebek ve Lucca ilişkisi herkesin sıkça dile getirdiği ayrılmaz bir bütün... Her mekan yerle bu denli özdeşlemiyor... Tarihi kimliği olan çoğu eğlence mekanını/semtini de belli sebepler ile kaybettik.
Senin bu anlamda güçlü bir kimliğe sahip olduğunu düşündüğün ya da yeniden bir merkez/odak olacağını düşündüğün bir yer var mı?
Maalesef doğru; bazı böyle mahalleler bu anlamdaki kimliğini, enerjisini kaybetti. Bu da gelişimi doğru yönetemeyen, iyi imza mekanlarına sahip çıkmayı bilemeyen ve kaliteli mekanları da kaçıran mahalleliler ve mülk sahiplerinden kaynaklanıyor genellikle. Bebek ve Bebekliler güzel bir topluluk, her şeye muhalefet edenler olsa da, modern kozmopolit insanlar çoğunlukta ve Bebekliler Lucca’yı ve semti çok seviyor, koruyor, doğru kullanıyor. Onun için daha şanslı ve cazibe merkezi olmaya devam edecek diye düşünüyorum. Aynı şekilde, özellikle Moda’yı ve oradaki enerjiyi çok beğeniyorum.
Röportaj: Derya Gürsel Fotoğrafçı: Erbil Balta,Mustafa Nurdoğdu
Curated No.11 sayısı için tıklayınız.