Francesco Missoni
Missoni ailesinden kitap yazan ilk kişi sensin. Nasıl karar verdin?
Aslında kitap yazmak için yola çıkmadım. Tarif toplama fikri 2012’den beri aklımdaydı. Sadece aile içindeki yemek tariflerini gelecek nesillere aktarabileceğimiz bir arşiv yaratmak istiyordum. İşin içine resimler, tarifler ve kişiler girdikçe konuştuğum insanların heyecanlandığını gördüm ve “The Missoni Family Cookbook”u yayımlamaya karar verdim.
Tarifleri nasıl toplamaya başladın?
Bir aile günlüğü yaratmak istiyordum. Kitapta sadece tariflerin yazılı olduğu, kağıt parçalarından oluşan bir bölüm var. Onları toplamaya başlamıştım. Ailede kimse bir kitabın nasıl yazılacağına dair bilgi sahibi değildi. Açıkçası benim de çok bir bilgim yoktu. Bir gün annemle konuşurken bana gururlu bir ifade takınarak “Ben hayatımda 20'den fazla kitap yazdım. Var olan bilgileri toplayıp bir araya getiriyorsun ve ortaya istediğin kitap çıkıyor” dedi. Onun bu rahatlığı beni de teşvik etti ve yaklaşık bir yıl sonra kitap basılacak hale geldi.
Kitaptaki fotoğraflar da bir harika… Nasıl bir görsel çalışma yaptın?
Kitaptaki fotoğrafları çekmek dört ve beş günlük iki farklı periyoda mal oldu. Sonbahar ve kış yemeklerini ekim ayında çektik. İlkbahar ve yaz yemeklerini mayıs ayında Sardunya’daki evimizde çektik.
Missoni ailesinin yemeğe olan ilgisini bilmeyen yok. Çocukluğunda yemeğe dair hatırladığın ilk anın nedir?
Annem bana ve kız kardeşime sürekli yemek yapardı. Bizse annem yemek yaparken mutfakta ne varsa onlarla oynardık. Yumurtalar, çiçekler… Hatırladığım tek şey hep kızların arasındaydım ve bu durum bana zaten başlı başına bir oyun gibi geliyordu.
Mimarlık okuduğunu biliyorum. Neden gastronomi ya da aile geleneği olan moda üzerine bir bölüm okumadın?
Tasarımı seviyorum. Üniversitenin ilk yılında endüstriyel tasarım dersleri aldım. Daha sonra mimarlıktan alacağım dersler ile daha geniş bir tasarım perspektifine sahip olacağımı düşündüm ve mimarlığa geçiş yaptım.
Ailede kimse sana moda oku ve işi yönet demedi mi?
Bizim ailede kimseye zorla bir şey yaptıramazsın. Ailede ben hariç neredeyse herkes modayla çok ilgileniyor ve işin içinde fakat benim modayı o kadar sevdiğim söylenemez. Mutfak bana daha ilgi çekici geliyor.
Erkeklerin mutfağa girmemesi gerektiğine dair yaygın bir kanı var. Aile fertleri senin mutfağa olan ilgini nasıl karşıladı?
Evet, bu görüş Missoni ailesi için de geçerli sanırım, fakat babamın ailesinde erkekler de mutfağa sıkça girerdi. Babam gerçekten harikulade bir aşçıydı. Missoni ailesindekiler yemeğin sağlıklı olmasına dikkat ederken babam yemeğin lezzetli olması için gereken her şeyi yapardı.
Peki Assouline ile nasıl bir araya geldiniz?
Martine Assouline annemin çok yakın arkadaşı. New York’ta yemek yedikleri bir gün annem benim projemden bahsetmiş. Ardından Martine ile buluştuğumuzda ben de ona topladığım birkaç tarifi ve kafamda nasıl bir sayfa tasarımı olduğunu gösterdim. Fikre bayıldı ve bana ondan başka kimseyle görüşmememi, bu kitabı Assouline’nin basacağını söyledi.
Herkes yazdığın kitabı çok sevdi. Böyle bir ilgi bekliyor muydun?
Herkesin bizim yemeklerimize bayıldığını zaten biliyordum. Ne zaman bir parti versek ya da arkadaşlarla bizim evde bir araya gelsek ertesi gün insanların bizim yemeklerimiz hakkında konuştuğunu duyuyordum. Dolayısıyla insanların bu kitabı seveceğini tahmin ediyordum çünkü içerisinde gerçek olmayan, sahte hiçbir şey yok. Orada yazan tarifler bizim tariflerimiz ve gösterdiğimiz yaşam bizim yaşantımız.
Lüks bir hayatımız var ama gerçekten basit şeylerden keyif alıyoruz. Güneş batarken bir kadeh şarap eşliğinde aileyle birlikte olmak ya da yolda yürürken topladığın bir buket çiçekle eve dönmek gibi basit şeyler bence hayatı anlamlı kılıyor.
Kitap yazma sürecinin en zor kısmı ne oldu senin için?
Sanırım kitabın çevirisinde çok zorlandım. Çünkü çeviri aşamasında fark ettik ki tariflerde bulunan ölçekler ülkelere göre değişiklik gösterebiliyor. Bunu ilk fark ettiğim an şok oldum; fakat her tarifin üzerinden teker teker geçerek ölçüleri düzenledik. Şu anda her ölçü olması gerektiği gibi, emin olabilirsiniz.
Kitabın ön sözü aile dostunuz Quincy Jones’a ait. Neden onun kelimeleri ile bir açılış yapmak istedin?
Evet, Jones annemin en yakın arkadaşlarından biridir. Benim için “Amerikalı amca” gibidir de diyebilirim. Bize gelir, uzun süre annemin evinde kalır, yemek tarifi sorar ve onları denerdi. Projeyi duyunca kitabın ön sözünü yazmak istediğini belirtti ben de seve seve kabul ettim.
Bir röportajında restoran açmayı düşünmediğini okudum. Hayatın yemek üzerine kuruluyken bu fikirden neden bu kadar uzak duruyorsun?
Aslında çocukluğumdan beri en büyük hayalim bir restoran açmak. Ama anneannem bana düzenli olarak bu işin dünyanın en zor mesleği olduğunu, sabahtan akşama kadar çalışmam gerekeceğini söyleyerek beni bu fikirden vazgeçiriyor diyebilirim.
Halihazırda bir restoran açmayı düşünürsem bir yatırımcım bile var. New York’ta, kitapta yer alan tariflerin sunulacağı güzel bir mekan olabilir açacağımız yer.
Onca tarif arasından senin için özel olan var mı?
Coq au vin tarifi favorim.
Peki aile için vazgeçilmez bir tabak? Yeni tutulmuş, ızgarada pişirilmiş büyük bir balığa kimse hayır diyemez. Yanında mutlaka pişmiş ve aynı zamanda çiğ sebze tüketiriz.
Röportaj: Derya Gürsel Fotoğrafçı: Emre Güven,Abdullah Gül,Kadir Asnas
Curated Magazine No.2 sayısı için tıklayın.