Esra Gülmen
En son ne zaman hiçbir şey yapmadan sadece ‘an’a kulak verdin?
Berlin’de bunun için iyi bir yol kat etsem de an’da kalabilmek için hala çok çaba sarfediyorum. Bu aralar güne yoga yaparak başlıyorum. sanırım en son bu sabah yoga yaparken anda kalabilmeyi becerebildim biraz da olsa…
Dünya üzerinde sana en çok ne şifa veriyor?
Yakın bir arkadaşla kafa açan bir sohbet bana en çok şifa veren şeylerden biri.
İyi olmanın, iyi kalabilmenin sendeki karşılığı nedir?
İyi olmayı ve iyi kalabilmeyi, insanın kendisini tam anlamıyla gerçekleştirebilmesi olarak görüyorum. Ulaşması kolay değil ama hepimizin ortak arzusu bu bence. Çünkü bu başkalarından önce, bizim kendi benliğimize çok iyi gelen bir şey.
Türkiye'de yaşanan acının, üretim duyguna nasıl bir yansıması oldu? Kolektif yas ve bu yasın aciliyeti üzerine ne söylersin?
Bu yaşanan acıya herkes gibi ben de duyarsız kalamadım; birey olarak da sanatçı olarak da. Bu süreçte yaşadığım yerde gözlemlediğim ve canımı sıkan bir şey vardı: Hepimiz, acımızın tam olarak paylaşılamadığını hissettik... “Is your family OK?” sorusuna verdiğimiz hiçbir yanıt paylaştığımız acıyı, kolektif acıyı anlatmaya yetmedi. Bu duygu durumunun kısa bir tarifini yapmak istedim. Yapamasam patlayacaktım! “They’re not OK. We are not OK. I am not OK.” kolektif acı dediğimiz, sanırım böyle bir şeydi. Bu yaşanan felaket için bağış toplamak amacıyla, Noealia Gaite ile birlikte, “THEY ARE NOT OK. WE ARE NOT OK.” grup sergisinin küratörlüğünü üstlendim. Christoph Niemann, Johanna Dumet, Sucuk&Bratwurst, Ahmet Ögüt, CB Hoyo, Navot Miller ve Nevin Aladağ gibi isimlerin olduğu farklı pratiklerden 14 sanatçı bir araya geldik. Üç günün sonunda tüm işler neredeyse satıldı ve elde edilen gelirin tamamı dört farklı NGO’ya gönderildi. Berlinlilerin bu sergiye olan ilgisini, katkılarını ve acımızı paylaştıklarını görmek bize gerçekten çok iyi geldi.
Günlük hayatımızda pek çok beylik cümleler ile karşı karşıyayız. Senin zihninde bu cümleler işlerinle nasıl bir ilişki/çelişki içinde?
Beylik cümlelere hem öfkeleniyorum hem de bayılıyorum! Çünkü öfkelendiğim ya da beni dertlendiren bu basmakalıp söylemler benim için büyük bir ilham kaynağı. Bilineni alıp ters yüz etmek ya da daha anlasılır kılmak… Bunları yapabilmem için bana iyi bir ortam hazırlıyorlar.
Çizimle olan ilişkin ne zaman başladı ve nasıl şekillendi?
Çok kalabalık ve konservatif bir ailenin ortanca ve 3. kız çocuğu olarak kendimi ifade edebilmek için çok kolay değildi. Çocukken kendimle kalmayı çok severdim; şarkı söylerdim, şiir yazardım, resim yapardım… İlkokulda resim yarışmaları, birincilikler, sergiler, kitap kapağı resimleri derken… İlkokul ögretmenim de beni çok yüreklendirmişti, hep destek olmuştu. Hatta okul yıllığına dahi yazmış, “İleride çok iyi bir sanatçı olacaksın” diye. Hadi bakalım!
İstanbul, Amsterdam, Berlin arasında yaşamış bir insan olarak farklı kültürlerin farklı disiplinlerinden beslendin. Farklı şehirlerde yaşamanın üretimine yansımasında neler görüyorsun?
İstanbul’dan, dertleri üretime dönüstürebilmeyi; Amsterdam’dan, iş yaparken yaşamdan zevk alabilmeyi; Berlin’den ise kendim olabilmeyi öğrendim. Bir de birçok ülke ve şehirde yaşamanın bende şöyle bir güzel etkisi oldu: Berlin’i son durağım olarak görüyorum. Canım bir şeye sıkıldığında “Şuraya gideyim, daha iyi olur” diye bir kafa karışlıklığına girmiyorum, çünkü bu tecrübeler bana, insanın her yerde insan olduğunu öğretti. Ve insanlık halleri, iç sesleri, temel duygu durumları aslında çok benzer. Ben bu benzerlikleri temel alarak üretim yapmayı seviyorum. Berlin’deki bireyin de İstanbul’dakİ bireyin de bir bağ kurabildiği işler üretmeye çalışıyorum.
Röportaj: Seval Akbulak Fotoğrafçı: Delia Baum
Curated Magazine No.21 sayısı için tıklayınız.