Laleh Amir Assef

Los Angeles’ta doğdunuz, Iran ve Fransa’da eğitim aldınız. Bu üç farklı kültürel coğrafya, sanatsal dilinizi ve tasarım yaklaşımınızı nasıl şekillendirdi?
Los Angeles’ta doğup İran ve Fransa arasında büyümem, estetik dünyamı zıtlıklarla besledi. Kaliforniya’nın özgür ve yaratıcı enerjisi, İran kültürünün derinliği ve şiirselliği, Fransa’nın zarafeti ve mimari disiplini tasarım felsefemin temel taşlarını oluşturdu. Her projeye kültürlerarası bir diyalog olarak yaklaşıyorum; Doğu’nun duyusallığını Batı modernitesinin berraklığıyla buluşturarak zamansız güzelliği arıyorum.
Kamusal alanlardan müzelere, lüks villalardan otellere ve kültürel merkezlere kadar farklı ölçeklerde projeler tasarlıyorsunuz.
Bu projelerin çeşitliliğine rağmen görsel anlatımınızda ortak bir dil hissediliyor. Bu tutarlılığı nasıl kurguluyorsunuz?
Her mekanın kendi hikayesi ve ruhu var. Müze ya da otel fark etmeksizin önce o alanın tarihine, bağlamına ve gelecekteki kullanıcılarına odaklanıyorum. Rolüm, aralarındaki görünmez bağı ortaya çıkarmak ve ışık, doku ve formlarla akılda kalan bir anlatı inşa etmek. Bence bir mekana duygu odaklı bir iz bırakan şey de tam olarak bu.
Bir yeri unutulmaz kılan, insanı tekrar tekrar oraya çeken şey nedir ve sizin için burası neresi?
Hafızayı ve hayal gücünü aynı anda harekete geçiren yerler unutulmuyor. Işığın, alanın ve malzemenin kusursuz dengesini taşıyan atmosferler beni etkiliyor. Paris’teki Maison Revka bu anlamda benim için çok özel; hem tarihe kök salmış hem de hayal gücüne alan açan, hikayelerin sahnesi olan bir restoran.
Tasarımlarınız Batı modernizmini Doğu gelenekleriyle harmanlıyor. Bu uyumun kaynağı neresi peki?
Tasarımlarımın kalbinde denge var. Batı modernizminin zarafetini, Doğu kültürünün simgeselliğiyle buluşturuyorum: Desenler, malzemeler ve ışık bu dengenin araçları. Amacım, her projede duyguyu harekete geçiren bir atmosfer yaratmak; mimari çizgiden en küçük objeye kadar her detay bir şiirin parçası gibi.
Farklı kültürlerden dokunuşları, biri diğerinin önüne geçmeyecek şekilde nasıl dengeliyorsunuz?
Benim için buradaki anahtar kelime saygı ve incelik. Bu iki kültürü zıt kutuplar olarak değil, birbirini tamamlayan güçler olarak görüyorum. Doğu estetiği derinlik, süsleme ve mistisizm sunarken; Batı ise berraklık, kesinlik ve işlevsellik sunuyor. Sanat, bu iki dünyanın birbirini aşırıya kaçmadan yücelttiği noktada gizli.
Sınırları aşan tasarımlar yaratma ve bir görsel yolculuk inşa etme fikri nasıl oluştu? Bu vizyonu Maison Revka Paris’te nasıl hayata geçirdiniz?
Kültürel, görsel ve duygusal anlamda sınırları ortadan kaldırmak benim için bir tutku. Maison Revka’da Slav efsanelerinin Fransız stiliyle buluştuğu bir dünya hayal ettim. Kumaşlardan aydınlatmalara kadar her detay, keşif duygusu uyandırsın istedim. Zengin dokular, detaylı desenler ve sıcak renkler; yüksek tavanlar, zarif süslemeler ve heykel formunda aydınlatmalarla birleşti. Amacım, modern bir masal dünyası yaratmak ve gelenleri hayal kurmaya davet eden bir atmosfer şekillendirmekti. Sonuçta ortaya hem teatral hem samimi bir alan çıktı.
Bu yolculuk şimdi Dubai’de. Delano Dubai’deki Maison Revka diğer projelerinizden nasıl ayrışıyor?
Dubai cesur ve kozmopolit bir sahne. Burada Maison Revka imzasını daha çağdaş ve cesur dokunuşlarla yorumladım. Slav ruhunu görsel referanslarla canlı tuttum.Tasarımda ise Dubai’nin gösterişli, enerjik ve zamansız temposuna uyum sağladım diyebilirim.
İran sanatının desenleri ve hat sanatı işlerinizde tekrar eden unsurlardan. Bu geleneksel dil, tasarımlarınızı nasıl etkiliyor ve çağdaş bağlamda nasıl bir yer kazanıyor?
İran sanatı benim için sonsuz bir ilham kaynağı. Özellikle geometrik kompozisyonları ve hat sanatındaki şiirselliği beni çok etkiliyor. Bunları geçmişin ruhunu yansıtacak şekilde soyut dokularla ve yapısal motiflerle çağdaş alanlara taşımaya odaklanıyorum.
Röportajın tamamı No.30 sayısında!
Röportaj Yağmur Baki