Marie-Louise Sciò
Il Pellicano'daki yaşamın benzersiz yanını tarif eder misiniz?
Il Pellicano'da büyürken, Kay Thompson ve Hilary Knight imzalı çizgiroman serisinin New York’taki The Plaza otelinde yaşayan kahramanı Eloise gibiydim; tabii onun sahil versiyonunda gibiydim. Kardeşimle Il Pellicano'daki çalılıklarda saklandığımı ve annemle babamın cuma günleri verdiği gala gecesi partilerini izlediğimi hatırlıyorum. Muhteşem elbiseleriyle kadınlar, gofre takımlarıyla erkekler. Her zaman bir köşede oturmuş gözlemliyor, her şeyi anlamlandırmaya ve neler olduğunu anlamaya çalışıyordum. Ve bu çok eğlenceliydi. Yaramazlıklarla dolu çok eğlenceli anılarım var. Il Pellicano'da büyümek bakış açımı pek çok açıdan biçimlendirdi. İçinde büyüdüğüm estetik, çocukluk çevrem, bugün olduğum kişiyi şekillendirdi.
Il Pellicano’ya ait favori anılarınız var mı?
Il Pellicano'da bir gece, parti başlamadan hemen önce, kardeşlerimle birlikte ıstakozları akvaryumdan kurtarmaya çalıştık ve onları havuza attık. Biz yaptığımız bu kurtarma operasyonundan son derece gurur duysak da ebeveynlerimiz o kadar mutlu olmadılar!
Böylesine ender bir güzelliğe sahip bir yerin ruhunu korumayı nasıl başarıyorsunuz?
Saygı duyarak. Her şey, o yerin konuşmasına izin vermekle ilgili, kişinin egosuyla ilgili değil.
Tarihsel olarak, Il Pellicano'nun birçok ünlüyü ve sanatçıyı cezbettiğini ve bir araya geldikleri bu ayrıcalıklı atmosferin yaratıcılıklarını artırdığını görüyoruz... Bugün hala böyle mi?
Öyle aslında.
Kreatif direktör olarak odaların, süitlerin ve restoranların tasarımı üzerinde nasıl çalışıyorsunuz?
Tasarım söz konusu olduğunda, gerçekten duyularınıza uyum sağlamanız ve bunu egonuza değil, tasarıma dahil etmeniz gerektiğini düşünüyorum. Çünkü tasarıma ve misafir deneyimine aktarabileceğimiz pek çok unsur, hikayesini mekandan alıyor. Il Pellicano'nun kendi hikayesi, La Posta Vecchia'nın hikayesi ve Mezzatorre'nin kendi hikayesi var. Bu yerlerin her birinin söylediklerini, duvarlarda kalanları duygusal ve duyusal düzeyde dinlerseniz, duvarların gerçekten konuşabileceğini görürsünüz. Benim Il Pellicano'daki yaşama olan yaklaşımım deneyimlerime dayanıyor. Orada büyüdüm ve o duyguyu hatırlıyorum; neye benzediğini, insanların nasıl olduğunu hatırlıyorum. Bu duyguyu tasarımlarıma da yansıtmaya çalışıyorum.
Mezzatorre'nin çok fazla kişiliği var; tuhaf ve dramatik. Tasarlarken Luchino Visconti'yi düşündüm. Auteur, amatör, uzman, beğenilen yazar ve yönetmen, 1940'larda Ischia'yı ilk ziyaret ettiğinde buradan büyülendi ve dış dünya tarafından neredeyse hiç dokunulmamış bir vaha keşfetti. Sonunda Mezzatorre'nin hemen bitişiğindeki Villa Colombaia'da yaşamayı seçti. Filmlerinde de görebileceğiniz gibi, sofistike ve zarif bir zevke sahip gösterişli bir adamdı. Bu unsurları bir şekilde Mezzatorre'ye katmaya çalıştım. Hem Mezzatorre hem de Il Pellicano, gerçekten hafif ve abartısız bir zarafete sahip. Il Pellicano'yu her zaman ablam, Mezzatorre'yi de küçük kardeşim olarak düşünüyorum; bu yüzden benim için hep eğlenceli bir zarafete sahip. Babam satın almadan önce Jean Paul Getty'ye ait olan La Posta Vecchia ise çok “erkeksi” bir yer. Ve bu gerçekten hissediliyor. Genel olarak, tasarımın aynı zamanda zamansızlıkla ilgili olduğunu düşünürüm. Bu, trendleri takip etmemek anlamına geliyor dolayısıyla, benim için.
Kıyafetlerinizde ve otelleriniz için hayal ettiğiniz iç mekanlardaki renklerle oynama şeklinizi seviyoruz. Renklerle ilişkiniz yıllar içinde nasıl gelişti? Her zaman bu kadar kolay mıydı?
İtalya'da yaşamak genel olarak kişiliğimi ve en önemlisi de bakış açımı şekillendirdi. Bu ülkede güzelliklerle çevriliyiz ve burada yaşamak olayları görme şeklinize yön veriyor. Hepimizin diğerlerinden daha yüksek bazı duyuları vardır ama gözüm, gerçekten çevrem sayesinde gelişti. Burada yaşamak çok biçimlendirici ve sanırım bu benim renklerle olan ilişkim için de geçerli.
Röportaj SEVAL AKBULAK Fotoğraf LAURA SCIACOVELLI
Curated No.16'yı satın almak için tıklayın.