Alexander May

Bir şeyin anlamını ve değerini belirlerken hangi detaylar üzerinden yol haritanı çiziyorsun?
Bana göre değer, malzemeye ve niyete bağlı. Yaklaşık yirmi yıldır sanatçı olarak çalıştığım için bir şeyin yapılış şekline; yani çabanın, kısıtlamanın ve netliğin formda nasıl ortaya çıktığına dair güçlü bir duyarlılık geliştirdim. Kişisel zevkim geri kalanı şekillendiriyor, ancak dürüst ve tamamlanmış hissi veren işler beni her zaman etkiliyor.
İlk ne zaman bir şey üretme isteği duydun ve yaratmaya dair en eski hatıran nedir?
Forma her zaman ilgi duydum. Nesnelerin mekanda nasıl durduğunu, küçük değişikliklerin bir odanın tüm havasını nasıl değiştirebildiği görmek bu merakı iyice ateşledi. En eski anılarımdan biri, ebeveynlerim dışarıdayken oturma odası mobilyalarını yeniden düzenlemekti. Tam olarak nedeninden emin değildim ancak başka bir şekilde daha iyi hissedebileceğime dair bir içgüdüm vardı. Ailem eve döndüğünde bu yeni düzeni çok beğenmişti. O küçük tepki bana erken yaşta yön verdi diyebilirim.
Hafızana kazınmış ve bugün hala işlerine sızan bir mekan ya da yer var mı?
İtalya’nın batı Sicilya dağlarındaki küçük bir şehir olan Gibellina, bu yerlerden biri. Tüyler ürpertici ve sade bir yer; bütün bir kasaba depremde yıkıldıktan sonra biraz öteye taşınarak, sanatçılar ve mimarlar tarafından baştan inşa edilmiş. Bana malzemenin hafızayı nasıl tutabileceğini, tek başına formun nasıl kalıcı bir şeyi ifade edebileceğini öğretti.
Yeni bir projeye başlarken önceliğin ne oluyor: Mekan mı, duygu mu yoksa anlatı mı?
Her zaman mekan. Önce oranın neye ihtiyacı olduğunu anlamaya çalışıyorum: Eksik olan ne? Ya da var olan nasıl kullanılabilir? Bu duyguyu yakaladığımda gerisi kendiliğinden geliyor.
Küratöryel pratiğinde mekan sadece bir sergileme yüzeyi değil, anlamın üretildiği ve dönüştüğü bir bağlam. Sence bir mekan nasıl bir anlatı taşıyıcısına dönüşür? Ve güçlü bir küratöryel anlatıyı ne belirler?
Ben genellikle hazır bir anlatıyla yola çıkmam. Anlam, malzemeler arasındaki ilişkiyle ortaya çıkar. Bu da, nesneler yan yana geldiğinde nasıl bir gerilim ya da ritim yaratır gibi sorular doğurur. En güçlü küratöryel fikirler, kendini fazla açıklamayan ama güçlü bir izlenim bırakanlardır.
Rick Owens, Dries Van Noten ve SKIMS gibi oldukça farklı stillere sahip markalarla çalıştın. Bu çeşitliliğe rağmen sabit kalan bir yaklaşımın var mı?
Kimle çalışıyorsam, önce onun özüne inmeye çalışırım; markanın ya da kişinin DNA’sını bulup oradan yola çıkarım. Her projenin kendine özgü bir dili olur ama her zaman malzeme, orantı ve netlik yol gösterici olur. Yani sonuç iş birliğini temsil etmeli, ama arınmış ve daha kararlı bir halde olmalı.
Kurmuş olduğun SIZED ve Fondazione Converso isimli platformlarda yalnızca bir tasarımcı olarak değil, aynı zamanda bir bağlam kurucusu olarak da konumlanıyorsun. Kendi küratöryel dilini geliştirmende seni en çok ne motive ediyor?
Bu projeler, doğdukları şehirlerin ihtiyaçlarına bir yanıt olarak ortaya çıktı. İçinde bulundukları kültürel, sosyal ve görsel bağlam tarafından şekillendiler. Benim motivasyonum tek bir mesajı iletmek yerine, farklı seslerin bir arada var olmasına izin veren çerçeveler oluşturmak.
SIZED SELECTS’in radarında şu anda neler var?
Bu sonbaharda Inez & Vinoodh ile New York’ta gümüş üzerine odaklandığımız bir sergi için çalışıyoruz; bu malzemenin nasıl davrandığı ve neyi simgelediği fikri üzerine kurulu. Gümüş ilginç bir malzeme; rafine, ham, dekoratif ve işlevsel olarak pek çok farklı kategoriye giriyor.
Kariyerinde seni en çok dönüştüren karşılaşma neydi?
Fran Lebowitz ile aynı sofrayı paylaşmak. Netliği, temposu, fikirleri yumuşatmayı reddedişi, hepsi bana güçlü bir bakış açısının ne kadar etkili olabileceğini hatırlattı; özellikle de mizahla birlikte yapıldığında.
Röportajın tamamı No.30 sayısında!
Röportaj Seval Akbulak