Gabriela Palatchi Elhadef
Taşınmanla başlayalım, neden İstanbul’a geldin?
Üç yıl önce aşık oldum ve İstanbul’a taşındım. İnsanlar sürekli İspanya’dan sonra buraya yerleşmenin zor olup olmadığını soruyor. Fakat benim için hiç de zor bir karar olmadı; buraya adım attığım anda buradaki Türk ailem, kız arkadaşlarım ve sosyal çevrem tarafından kucaklanmış hissettim.
Şehirde seni ne cezbetti ilk anda?
Aslına bakarsanız ilk iki yıl hiçbir şey yapmadım. Şehri tanımak ve ne istediğimi anlamak için kendime biraz zaman tanımak istedim.
Moda sektöründe çalışmayı düşünmedin mi?
Daha önce Pronovias’ta ürün müdürü olarak çalışıyordum; dolayısıyla tüm tecrübem moda üzerineydi, fakat bu yönde devam etmek istediğimden pek emin değildim. Bambaşka iki alana; mobilya tasarımına ve aşçılığa ilgi duyuyordum. Geçirdiğim bu süreçte kendi mobilyalarımı tasarlayıp, kendime yüzlerce şey pişirdikten sonra eğer her gün bir iş yapmam gerekiyorsa o yemekli ilgili olmalı dedim. Gabfoods fikri de ilk o zaman ortaya çıktı.
“Bu kadar yeter; kendi işimi kuruyorum dedim ve altı gün içinde gereken her şeyi hazırladım ve Gabsfood’u açtım.”
Peki yıllardır moda sektörünün içinde ve çok köklü bir markanın kurucusu olan ailen bu işe ne dedi? Gelip aile işini devralmanı beklemiyorlar mıydı?
Yemek sektörüne girmem konusunda ailem tarafından çok destek gördüğüm söylenemez... Bizim ailemizde herkes çok çalışkandır; dolayısıyla çalışmadığım dönemde herkes özellikle de babam oldukça gerilmişti; düşünsenize birine o kadar emek veriyorsunuz; o ise Kapalıçarşı, Eminönü gününü gün ediyor.
Kendimi dinlediğim iki yılın sonunda ben de babama “Ne yapmak istediğimi buldum! Bir restoranda çalışmak istiyorum,” dedim. Çok şaşırmış ve biraz kızmıştı. Sanırım biraz da hayal kırıklığına uğradı. “Gerekirse bir garson olarak başlayacağım ama bu işi öğreneceğim,” dedim.
Babamın bu tepkisi beni çok demotive etmiş olsa da bir süre sonra bir restorana iş başvurusu yaptım ama başvurum ama mutfak eğitimim olmadığı için red edildi. Beni alırlarsa her şeyi yapabileceğimi söyledim; komi olurdum; bedavaya çalışırdım; yeter ki bir yerden başlamama izin verin dedim ama yine de kabul etmediler.
Tüm bunlar olurken yaz geldi ve Burning Man’e gittim. Pek çok başarılı insanla, girişimcilerle kamp yapıyordum ve bu beni çok kötü hissettirmişti. Çünkü bu insanların tümü benimle aynı fırsatlara sahip olmuştu ve sonunda bir şeyler başarmış ve şimdi harika işler yapıyorlardı. Döndüğümde bu duruma o kadar kafayı takmıştım ki “Bu kadar yeter; kendi işimi kuruyorum,” dedim ve altı gün içinde gereken her şeyi hazırladım ve Gabsfood’u açtım. Grafik tasarım, paket, tedarikçiler her şeyi ayarlamıştım ve altıncı günde, yani işimin ilk gününde ,100 paket kahvaltı, atıştırmalık, öğle ve akşam yemeği için paketler gönderdim. Hepsini kendi mutfağımda bizzat hazırlıyor, kendim paketliyor ve kendim teslim ediyordum.
Bu enerjiyi nereden buldun?
Röportajın sonunda anlayacaksın bence...
Günde 18 saat çalıştığımı hatırlıyorum. Zaman içerisinde fırın sayısı da arttı, işler büyüdü. İşte o zaman bu işi daha profesyonel yapmaya karar verdim.
Gabsfood için mekanı nasıl seçtin?
Aslında sadece temiz bir yer bakıyordum ama tam o sırada evimin hemen yanında harika bir binanın uygun olduğunu öğrendik; sadece üç blok uzaklıktaydı. Ben sadece tek bir katı tutmaya niyetliydim; fakat eşim, ki bu tip işler de her zaman benden daha ileriyi görür, “risk al, ve iki katı da tut,” dedi. İyi ki de öyle yapmışım. Çünkü şimdi bir alanda sadece paketleme ile ilgileniyor ben ise her zaman hayalini kurduğum restorancılık ile ilgilenebiliyorum.
Röportaj: Derya Gürsel Fotoğrafçı: Mustafa Nurdoğdu
Curated Magazine No.4 sayısı için tıklayın.