Edgardo Osorio
Ayakkabı sevginizin temelinde ne var?
Çocukluğumdan itibaren, moda tutkumu ateşleyen kadınlarla çevrili bir ortamda büyüdüm. Annemin her daim topuklu ayakkabı giydiğini hatırlıyorum; giyim tarzı son derece sade olsa da her zaman göz alıcı ayakkabılar tercih ederdi. Küçük yaştan itibaren sürekli çizim ve eskiz yapma alışkanlığım, zamanla ayakkabı tasarlamaya olan gerçek tutkum ve modaya duyduğum sevginin doğal bir uzantısı haline geldi. Bu tutku her zaman içgüdüsel bir biçimde gelişen doğal bir hissiyat olarak kendini gösterdi aslında.
Aquazzura adı nereden geldi?
Markamın kimliğini ifade edecek bir isme ihtiyaç duyuyordum, Capri adasının sevdiğim canlı Dolce Vita tarzını yansıtan bir isim istiyordum. Aquazzura adı bu güzel adada geçirdiğim bir tatil sırasında doğdu; güneşli bir yaz gününde denizin parlak mavi rengi beni etkiledi, İtalyanca’da “mavi su” anlamına gelen markamızın ismi böylece ortaya çıktı.
Özellikle doymuş bir endüstride kendi etiketinizi yaratmanın arkasındaki katalizör neydi?
Aquazzura’da farklı bir şey yapmak üzere yola çıktım; sadece güzel ayakkabılar tasarlamak değil, aynı zamanda üzerinde yürüyebileceğiniz, dans edebileceğiniz ve keyif alabileceğiniz ayakkabılar tasarlamak istedim: Kadınları acı çekmekten kurtaracak ayakkabılar... Aquazzura’nın 2012’de piyasaya sürüldüğü dönemde, pazarın kalın, ağır ve aşırı ayakkabılarla dolduğunu ve tüm kız arkadaşlarımın topuklarındaki acıdan şikayetçi olduğunu gördüm. Bu beni, kendi markamı kurma fikrine götürdü. Kadınların basit ancak şık tasarımlara geri dönmek istediklerini biliyordum, ancak bunu da farklı bir şekilde yapmak istiyordum. Bu yüzden çok belirgin bir estetik ve duyarlılığa sahip, sofistike ve güzel ayakkabılar tasarlamaya karar verdim. Bunun için, 40 yıldan fazla süredir kalıplar ve ayakkabı yapıları üreten bir teknisyeni işe aldım. Birlikte, vücut ağırlığının sadece ayak tabanına değil, aynı zamanda ayak kemerine ve sırta da eşit şekilde dağıtıldığı, ayağa daha iyi oturacak bir kalıp ve şekil geliştirmek üzerinde çalıştık. Yürürken daha yumuşak bir his sağlaması için de tabanlarda köpük içeren ekstra dolgu malzemesi kullandık. Ben, konforun güzellik ve lüksle bütünleşmesi gerektiğine inanıyorum ve Aquazzura’nın başarısının anahtarı da kusursuz zanaatkarlıkla çağdaş ayakkabılar yaratabilme yeteneğinde...
Markanızın DNA’sını şekillendiren etmenler neler?
Aquazzura’nın özü, benim gibi kültürlerin ve tatların bir karışımı; İtalyan tarzı, Latin esintisi ve Amerikan rahatlığı ile şekilleniyor. Dolayısıyla ayakkabılarım, zanaatkarlık, zarif tasarım ve konfor anlayışına yaslanıyor. Fikirden gerçeğe bir ayakkabının üretilmesi ise altı ay kadar sürebiliyor ve sürecin her adımı belirli bir uzmanlık gerektiriyor. Tasarımlarım, kalıp yapıcılar tarafından yorumlanıyor, çizgisi geliştiriliyor ve benzersiz ayakkabılara dönüşüyor. Yeni stiller ise dengeli bir uyum ve maksimum hafiflik için milimetrik hassasiyetle mükemmelleştiriliyor. Ayakkabıya son formu, vücut ağırlığını ayak boyunca dağıtacak şekilde veriliyor; bu da topuğun kullanımını inanılmaz derecede rahat hale getiriyor. Ayrıca tabanlarımız yastıklı dolgu ile zenginleştiriliyor.
Tasarım ilhamınızı neler besliyor?
Pek çok şeyden ilham alıyorum: Seyahat, sanat, tasarım, kitaplar, kadınlar, hepsi kafamda ve ruh panomda… İster deniz, ister nehir, ister göl olsun su kenarında çizim yapmayı seviyorum; beni çok rahatlatıyor ve ilham veriyor. Sonra doğal olanı çizmeye başlıyorum.
Röportaj SEVAL AKBULAK