Vincenzo De Bellis
Küratör olan direktör ve direktör olan küratör olarak bu iki rolün arasındaki paralelliklerden söz edebilir miyiz? Rolünüz, fuarın sanatsal ve kültürel anlatısını şekillendirmeye nasıl katkı sağlıyor?
Umarım bir hayli katkı sağlıyordur. Her ne kadar bu kelimeyi sevmesem de fuar için rolüm harika ekip üyelerimle beraber, “global” standartlar belirlemek. Benim müze geçmişim var. Ekipteki her direktör küratöryal uzmanlıklara sahip. Örneğin, Bridget Finn galerist, Clément Delépine küratör, Maike Cruse Berlin Gallery Weekend’in direktörüydü, Angela ise 12 yıldır galerilerle çalışıyor. Tüm bu deneyimlerinin katkısıyla da fuarın nasıl görünmesi gerektiğini tanımlıyoruz. Elbette katılımcı galerileri biz seçmiyoruz, seçimler bir komite tarafından yapılıyor. Biz sadece onları yönlendiriyoruz. Kalite beklentilerimizi net bir şekilde tanımlamak bizim sorumluluğumuz. Bu kalitenin fuarda görülebilir olduğunu umuyorum. Miami’de galeriler genelde Miami zevkine uygun işlere odaklanır; bu seçimler bazen çok kitch ya da sansasyonel olabiliyor ama bu yıl daha farklıydı... Bu galerilere kalmış bir seçim. Biz işimizi ciddiye alarak yapıyoruz. Ama fuarın esas hikaye anlatıcıları, galericilerin kendisi. Bizim etkimiz daha çok fuarın ruhu veya “zeitgeist of the show” üzerinde ama yine de günün sonunda galerilerin hangi sanatçıyı ve işi getireceği, onların alanı. Daha iddialı işler getirmeleri beni de heyecanlandırıyor ve şevkimi artırıyor. Bizim hiçbir etkimiz olmadığını söylemek istemiyorum ama yeniden altını çizmeliyim ki esas anlatıcılar, galericiler ve övgü onlara ait.
Walker’da “Nairy Baghramian ile Çalışmak” isimli yazıda, önemli bir hiyerarşiden söz ediyorsunuz. “İlk önce sanatçı gelir. Küratörler ve çağdaş sanat enstitüleri olarak küratöryal işe yaklaşımımız sorulduğunda verdiğimiz yanıt budur. Biz sanatçıları desteklemek için, onlarla ve onlar için varız.” Bu prensip fuarın yapısında, galeriler, enstitüler ve koleksiyonerlerle ilişkilenmesinde de hayat buluyor mu?
Umarım öyle oluyordur. Bizim işimiz, sanatçıları öncelemek ve en yüksek sanatsal kaliteyi temsil eden işleri sunmak. Günün sonunda fuarın başarısı için temel olan sunduğumuz işlerin kendisi. Bizim sanatçılarla çalışma biçimimiz doğrudan değil, galerileri üzerinden. Bu yüzden en yüksek sanatsal üretimi önemseyen galerilerin sunumlarına yer veriyoruz.
Venedik Bienali ile Art Basel arasında senelerdir bir paralellik gözlemliyorum. Venedik izlenimlerim taze ve fuarda bienalde öne çıkan pek çok sanatçının işlerini de seçebildim. Bu paralel etkinin güncel sanat anlatısını nasıl biçimlendirdiğini konuşabilir miyiz?
Bence Venedik Bienali, son yıllarda bir dönüşüm geçirdi. Venedik Bienali daha tarihsel ve müze tarzında konseptler sunuyor. Art Basel ise senede dört kez düzenleniyor ve her seferinde yeni işler sunuyor. Bu iki etkinlik birbirini tamamlıyor. Bienaller, önceden sanat dünyasındaki son iki yılın etkilerini göreceğiniz yerlerdi. Ancak bu durum artık değişti. Şu anda, sanatı her gün deneyimleyebildiğimiz, Cape Town’da veya Jakarta’da neler olduğunu görebildiğimiz bir çağdayız. Artık olan biteni görmek için bir toplanma yerine ihtiyaç duymuyoruz çünkü her gün buna tanık oluyoruz. Bu nedenle bienaller, giderek daha fazla sanat tarihine odaklanan, neredeyse müze sunumlarına benzer bir yapıya dönüşüyor. Bu, son altı veya yedi Venedik Bienali için yani 15 yıldır böyle. Fuarlar ise tam tersi bir rol üstleniyor; her seferinde sanat dünyasına yeni üretimler sunuyorlar. Bir bakıma, geçmişte bienallerde olanları biz artık kendi tempomuzla gerçekleştiriyoruz. “Yerine geçmek” yanlış bir ifade, çünkü bunu yapmamızın sebebi, sanatı daha hızlı bir tempoda deneyimleme ihtiyacının ortaya çıkması. Bu yıl özel olarak şunu gördük. Nisan ayında Venedik Bienali açıldı ve herkes kabul etti ki, bu edisyon az temsil edilen topluluklardan sanatçılar için yeni bir anlatı oluşturma çabasıydı; özellikle Güney Amerika’dan. İki ay sonra, bu sanatçıları Art Basel’de görmek doğal bir adım oldu. Çünkü artık bir platforma sahipler ve sonraki adım, bu sanatçılar için bir pazar yaratmak. Ve Art Basel, sanat dünyasındaki en büyük pazar.
Röportaj: Gökşen Buğra