Seyhan Özdemir Sarper
Belki herkes Autoban’ı çok yakından tanıyor ama Seyhan Özdemir’i daha yakından tanıyabilir miyim?
İstanbul’da doğup büyüdüm ama çocukluğumun büyük bir kısmı yaz aylarında özellikle Şarköy’de geçti. Çok özgürdüm. Doğanın içinde, çok özgür bir şekilde yaşadım. Şimdi kendi çocuğuma da bu yaşadıklarımı tecrübe etmesi için imkanlar sunmaya çalışıyorum çünkü çok kıymetli bir şey doğayla iç içe büyümek...Pertevniyal Lisesi’ne gittim, ardından Mimar Sinan Üniversitesi Mimarlık Fakültesini kazandım.
Nasıl bir çocuktun, hep mimar mı olmak isterdin?
Evet, “mimarlık okumak ve orada okumak” istiyordum. İki kız kardeşim var; ben ortancayım. Onlardan farklı olarak ben daha aktif, sosyal ve kendi uğraşları olan bir çocuktum. Kendi kütüphanesi olan hatta kütüphanesini numaralandırarak düzenleyen, hangi kitap kaç numara, ne zaman alındı diye not alan biriydim. Okumaya başladığımdan beri haftalık harçlıklarımla kütüphanemi zenginleştirdiğimi hatırlarım. Ortaokula geldiğimde ise mimar olma fikri aklıma yerleşti.
O dönemde Türkiye’de mimar algısı nasıldı?
Aslında bina yapan, mühendis kafasıyla iş yapan ciddi bir mimar algısı vardı. Ama ben işin yaratıcı kısmını görüyordum; bir şeyi yaratma fikrini çok sofistike buluyordum. Çok da severek okudum üniversiteyi bu nedenle. Zaten okulun sanatla olan bağının çok kuvvetli olması da beni besliyordu. Sadece mimarlık eğitimi değildi; farklı derslere girip ilgilendiğim konularla ilgili bilgi sahibi olabiliyordum. Mesleğin çok temel ilkelerine odaklanmış bir okuldu neticede ve Bauhaus akımının etkisiyle Sedat Hakkı Eldem gibi değerli isimlerin eğitim verdiği, bir ekoldü. Şimdi bizim bu ekolden aldığımız bütüncül bakış açısını göremiyorum yeni mezun tasarımcılarda; sadece Mimar Sinan mezunlarından bahsetmiyorum tabii... Ama işin gerçeğe dönüşmesi için gereken detaylara yaklaşımda, düşünce süreçlerinde bir kopukluk olduğunu düşünüyorum.
Fakat senin ayrıca bir ilgin var farklı ölçeklere; bütüncül düşünmeye... Mimarlık okuyorsun ama bu süreçte bireysel olarak farklı üretimler de yapmaya başlıyorsun değil mi?
Evet, tabii yine Mimar Sinan’ın sunduğu ortamın da bunda büyük etkisi var. Okulun birinci sınıfında Sefer Çağlar ile tanıştım ve bir ikili olduk; iş ortaklığımızın temeli de orada atıldı zaten. Projelerde her zaman bir ekiptik; kulüp odası tasarlanacaksa bize gelirlerdi; Sefer’in babasının atölyesi vardı, okul sonrası hep oraya giderdik... Küçük küçük projeler almaya başlamıştık; onların üzerinde çalışıyorduk, geri kalan zamanımızı ise mutlaka kütüphanede geçiriyorduk. Süreli yayınlar ve yabancı yayınlar için sıraya girilirdi o dönemler, biz de hep geldiği anda alabilmek için ilk sırada olmaya çalışırdık. Benim gözüm ise hep Blueprint dergisindeydi; aklımın bir köşesinde hep o dergide olabilmek için nasıl bir yapıya sahip olmamız gerektiği sorusu vardı. Özdemir Altan’ın bir dersine girmiştik resimde elemanlardan bahsediyordu; elemanların arasındaki ilişkinin nasıl kurgulanması gerektiğinden... Çok etkilenmiştim... Bunun yanı, sıra içmimarlık derslerine de girerdim. Çünkü bence mekan bir bütündür; sadece bir kabuk olarak düşünemezsin bir yapıyı, tasarım bir senaryo, bir hikayedir sen bir tasarımcı olarak bu elemanları tamamlıyorsun diye düşünürdüm hep. Bu yaklaşım bizi Autoban’da mobilya tasarımına kadar getirdi. Ama sanırım tüm bunlar benim yapı olarak çok pratik bir insan olmamdan kaynaklanıyor yani baştan sona dışarıdan içeri her şeyi bir bütün olarak, hızlıca çözme güdüm ile alakalı.
Röportaj DERYA GÜRSEL Fotoğraflar MUSTAFA NURDOĞDU
Curated Magazine No.10'u satın almak için tıklayın.